“Sağa çek” lafından pek hazzetmem! Gecenin bir vakti yorgun argın aracınızla yol alırken polisin durdurup kayıtsız bir halde söylediği “sağa çek bakalım” lafının arkasından gelecekler bellidir; ehliyet kontrolü, üfle diye ağzınıza dayanan kit, lütfa dönüşen “şimdi gidebilirsiniz”e eklenen “dikkatli olun” lafı. Hepsinden önemlisi, tekrar yola düştüğünüzde öyle kafanızın estiği gibi takılamayacağınızın, devlet aklının işin kontrolünde olduğunun bir kez daha farkına vardırılmış olursunuz!

Lakin sağa çekme ve çektirmeye devlet aklı kadar meraklı bir başka akıl piyasa aklıdır. İşte bu ikili, 24 Ocak-12 Eylül aklı, 1980’lerin başında bir büyük ayarı Türkiye’ye verdiler.

12 Eylül karanlığında solu bir trafik polisi misali kenara çekip ehliyetine el koyan, cezaevlerine dolduran müdahalenin bugünkü sıkıntıların da kaynağında olduğunu biliyoruz. Eğer Türkiye bu sıkıntıları aşamıyorsa, bunun temel nedeni solun bu travmayı atlatamaması.

Gezi, sağa çekme ve travmayı aşamama haline yönelik toplumsal bir başkaldırıydı. Sosyalistlerin önemli bir bölümü bu açılıma sarılıp yeniden siyaseti sola çekmeye yöneldiler. Kürt Siyasal Hareketi’nin 12 Eylül’ü aşma sürecini çok daha farklı bir eksende başardığını biliyoruz.

Görünen o ki 12 Eylül’ün verdiği sağ ayarla yüzleşme konusunda en sorunlu kesim sosyal demokratlar.12 Eylül ayarı verilip, ehliyetlerin iade edilişinden bugüne geçen uzun yıllar travmanın atlatmasına yetmedi. Ceza yedikten sonra ürkek bir ruh haliyle bir süre sağdan yavaş gitme refleksi bir sürekliliğe dönüşmüş durumda!

CHP açısından sağa kaymanın bedeli ortada. Son seçimde AKP ciddi oy kaybederken, ana muhalefet partisi olarak % 25 bandında takılı kalmak normal karşılanabilir mi? CHP bu hesaplaşmadan ne yazık ki uzun süredir kaçıyor. Kaçtıkça da sorun büyümeye devam ediyor.

CHP’nin sağa kayışında iki dinamiğin etkisi olduğu tartışmasız. Birincisi devlet aklından beslenmesi. Toplumun sağcılaştığı dışsal bir veri olarak alınıp, “oylarımızı artıracaksak sağa kaymalıyız” gibi siyasetin ruhunu reddeden bir akıl yürütülüyor. Bu aklın işe yaramadığını yakın zamanda yapılan seçimler çok açık biçimde görmek isteyene gösterdi!

Sağa kayışın ikinci ayağında piyasa aklı var. Ne yazık ki CHP’nin hem ekonomiye bakışını hem de güç sahibi olduğu belediyelerin büyük bölümünde izlenen politikaları piyasacı mantıktan ayrıştırmak çok kolay değil.

CHP’nin içinde bulunduğu siyasal durum konusunda temel bir gerçekle yüzleşmek gerekiyor. Türkiye sağa ve piyasacılığa savruluyorsa, bu sadece AKP ve benzeri yapıların ürünü değil. Bu sağa kayıştan, sağda konumlandığı ölçüde CHP de sorumlu.

Şimdi bir başka kırılma noktasındayız. CHP önümüzdeki döneme yönelik nasıl konumlanacak? “Oy verin gitsinler” dediği AKP ile koalisyona girecek mi? Bir süredir bu yönde sinyaller veriliyor; devlet aklını hatırlatırcasına, “Türkiye’yi seçeneksiz bırakmayız” denilmesi boşuna değil. Kuşkusuz bu aklın bir parçası, yukarıda da vurguladığımız gibi, piyasa aklı! AKP ile neoliberal politikaların özü değil, uygulanışı üzerine anlaşmazlıklar ifade ediliyor. Belediyelerin önemli bir bölümünde rant esaslı paylaşım konusunda ciddi bir farklılık bulunmadığını biraz işten anlıyorsanız görüyorsunuz!

AKP ile koalisyon kurulması bir yana, bunun telaffuz edilmesi bile CHP’ye oy veren % 25 içinde hoşnutsuzluk yaratıyor. Altı çizilmesi gereken bir gerçek var; bütün çabalara karşın bu kesimler sağa çekmediler, çekecek gibi de görünmüyorlar. Tam bu nedenle CHP üst yönetiminde AKP koalisyonuna sıcak “bakanlar”, tabanın böylesi bir koalisyona razı olduğunu söylemiyorlar; “iyi bir yönetim gösterirsek tabanı ikna ederiz” diyorlar.

Kuşkusuz siyasal belirsizlik kötü, kuşkusuz toplum bir çözüm bekliyor. Ama çözüm AKP-CHP koalisyonuysa, bu çözüm 12 Eylül gecesi sola, “sağa çek” diyenlerin başarısı olacaktır! Bunca zaman sağdan gitmeye koşullanınca, demek ki AKP bile kabul edilebilir oluyormuş!