Kemal Kılıçdaroğlu, yerel ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde billurlaşan sağa yanaşma stratejisini eleştirenlere tarihi bir yanıt verdi!

Kemal Kılıçdaroğlu, yerel ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde billurlaşan sağa yanaşma stratejisini eleştirenlere tarihi bir yanıt verdi! Sağdan oy gelmeyecek de nereden gelecek? Dışarıdan oy mu ithal edeceğiz?!

Bu yanıtın yaslandığı ‘akıl’ Türkiye halklarının çoğunlukla ‘sağcı’ olduğu önermesi. Bu haliyle de CHP’nin neden yüzü sola dönük bir parti olmadığının asli kanıtı. Seçimde oy kullanan tekil yurttaş birey, kitle, toplum ve dahası dünyanın hangi ideolojiyle değerlendirildiğinin de itirafı.

Özelde Kılıçdaroğlu, genelde CHP içinde siyaset yapanlar için bir abece ihtiyacı olduğu açık.

İnsan kendi haline bırakıldığında sağcı mıdır, solcu mu?

Olanaklar ve tehditlerin herkes için eşit olduğu tehlikelerle dolu bir dünyada sağ kalmak, beslenmek, çoğalmak için güçlü olmak ya da güce boyun eğmekten başka çaresi olmayan mı?

Kimsenin eşit doğmadığı, eşit fırsatlara sahip olmadığı ama sağ kalmak, beslenmek ve çoğalmak için tehlikelerle dolu bir dünyada güçleri birleştirmeye, dayanışmaya, yardımlaşmaya yatkın olan mı?

Öyle büyük, derin, afili çözümlemelere hiç gerek olmadan yukarıdaki iki seçenek hakkındaki karar belirler sağcı ya da solcu olmayı…

İlk seçeneği tek açıklama olarak görüyorsan, sen kendini nasıl tanımlarsan tanımla sağcı olursun.

Oysa insanın bir olanaklar bütünü olduğunu, her iki seçeneği de içinde barındırdığını ve şartlara bağlı olarak birinin öne çıkabildiğini kabul ediyorsan, evet solcu olmaya başlamak üzeresindir. Sonraki adım siyasetini nasıl kuracağın olur.

O zaman dünyanın birçok yerinde olduğu gibi Türkiye’de de seksenlerde başlayan dönüşümün sıradan insana dayattığı dünyayı araştırmaya başlayabilirsin. İster ekonomik göstergelere bak, ister gündelik hayat değişimine, tüketim eğilimlerine, işsizliğe, taşeronlaştırılmaya; temel olarak üç özellik göreceksin. Sürekli derinleşen eşitsizlikler altında her geçen gün kendisini daha da güvencesiz ve güvenliksiz hisseden insanların bitimsiz bir kaygı hali içinde yalpaladıklarını.

Aç açıkta kalma tehdidiyle boğuşurken aynı zamanda yanı başında zenginliğin bokunu çıkaranlarla birlikte yaşamak zorunda kalanların hissettiği çaresizliği anlamaya başlayabilirsin. Toplu ulaşım araçlarına, AVM’ lere girişlerde her geçen gün artan güvenlik önlemlerine insanların neden koşulsuzca boyun eğdiklerini, şiddet ve ‘terör’ korkusunun insanlarda nasıl bir gözetlenme ve denetim talebi oluşturduğuna kafa yormaya da başlayabilirsin artık. Son aşamada gelecek belirsizliğinin neden olduğu kaygının insanları nasıl olup da otoriter kurtarıcılara yönelttiğini de kavrayabilirsin.

Artık Türkiye toplumu sağcıdır, önermesinin koca bir propaganda yalanı olduğunu fark edebileceksin demektir.

Zurnanın zırt dediği yani siyasetin ne olacağı sorusu da tam bu aşamada ortaya çıkar. Evet, verili durum bu, insanlar zaten sağcıdır, o zaman ben de sağdan yanaşıp onların vereceği otoriteye talip olayım, bir kere alırsam ben zaten onların iyiliğine kullanacağım yetkiyi demeye başlamışsan, merak etme senden iyisi en azından son on iki yıldır bunu yapıyor. Hem de tadını çıkara çıkara ve insanların ona yönelmesine neden olan koşulları daha da sertleştirerek.

Oysa sadece Gezi’ye bile baksan bütün bu tehditkâr dünyada otoriteye sığınmaktan başka yolu olmaz dediğin insanlar, iktidarsızlığın sağladığı ortamda hiç de öyle güçlü olan kazanır ilkesine göre davranmıyor, korkmuyor; kaygılanıp lider aramıyorlar. Tersine dayanışma, yardımlaşma, eşitliğin özgürleştirici imkânlarıyla insanlaşıyorlar.

O zaman iddian solculuksa, kendiliğinden sağcı değil, zorla, zulümle, döve söve sağcılaştırılmış bir toplumu sen de sağcıymışsın gibi yaparak kandıramazsın. Ona, eşitsizlik, tehdit, yoksulluk ve şiddetle bezenmiş dünyanın kaderi olmadığına çağıracak bir dil ve yürünecek bir yol açmalısın. Ona da sol siyaset deniyor. Zor mu zor tabi ama asıl zor olan önce kendinin solcu olup olmadığına karar vermen. Yani bir anlamda ‘samimi ol ciğerimi ye’ durumu…