İktidar cephesinde bir şeylerin pişirildiğini hemen hemen herkes tahmin ediyor, mutfakta olanlar sır gibi saklansa da bacadan kokuların yayılması sanki özellikle tercih ediliyor. Amaç bir süredir hamle üstünlüğünü elde etmiş görünen muhalefeti telaşa sürüklemek, AKP-MHP blokunun ipleri elinde tuttuğu zannını pekiştirmek.

Erdoğan ve Bahçeli arasındaki görüşme trafiğinin sıklaşması içerik bakımından değil kamuoyuna verilen mesaj açısından önemliydi. Yoksa o görüşmelerde ne iddia edildiği gibi “reform paketinin sınırları” belirlenebilirdi ne de seçim hamleleri tasarlanabilirdi. İki taraf arasında zaten her önemli konuda sıkı bir pazarlık sürüyor, bunun için medyaya görüntü servis etmeye ihtiyaçları yoktu. Ancak iki liderin kimsenin akıl sır erdiremediği planlar üzerine çalıştığı illüzyonu hem AKP ve MHP’deki dalgalanmayı durdurmak hem de muhalefeti oyalamak için işlevsel görülüyordu.

AKP Genel Başkanı’nın Milli Görüş’ün ağabeyi Asiltürk’ün evine gitmesi ve ziyarete dair söyledikleri de tesadüf değildi. CHP’yi bölmek için İnce ve Sarıgül’ü alkışlayan, İyi Parti’yi çatırdatmak için Özdağ’dan medet uman iktidar kancayı şimdi de Saadet Partisi’ne (SP) attı. Asiltürk’ün partide bir başka odak olarak hareket ettiğini ve SP’nin Millet İttifakı ile yakınlaşmasına karşı çıktığını bilen Erdoğan aniden harekete geçti. Belli ki, kökleri 16 Nisan referandumuna kadar uzanan iç tartışmayı lehine kullanmanın tam zamanı olduğunu düşündü. Böylece Hayırcı Karamollaoğlu ile Evetçi Asiltürk’ün arasındaki fikir ayrılığını ve yakın tarihte İstanbul il başkanlığının üzerinde dönen tartışmaları bilmeyenlerde ‘Erdoğan SP’yi kendi yanına çekiyor’ hissini uyandırdı. Halbuki Erdoğan, SP’yi bir bütün olarak değil parçalayarak iktidara eklemleme çabasında.

Asiltürk kanalıyla Saadet’ten AKP-MHP blokuna seçim sonuçlarını belirleyecek düzeyde bir seçmen kitlesinin akması mümkün değil, Erdoğan da bunu biliyor. Ancak SP’nin muhalefette olmasının psikolojik etkisini kırmanın sandıktaki oydan daha çok getirisi var. Böylece kendisi karşısındaki cepheyi çok daha rahat bir biçimde “şer ittifakı” olarak nitelendirecek, üstelik sağ siyaset üzerinde erozyona uğrayan hegemonyasını tamir etmiş gibi yapacak. Saadetçiler, İyi Parti’nin düşmediği bu tuzağa düşer mi sorusunun cevabını vermek kolay olmasa da, en güçlü zamanında Milli Görüş’ü kendine bağlayamayan Erdoğan’ın şimdi bunu başarmasının çok daha düşük bir ihtimal olduğunu söyleyebiliriz.

Akşener’e ikide bir “eve dön” diyen Bahçeli’nin SP’ye atılan kancadan rahatsızlık duyması için bir sebep yok. Bahçeli, AKP’nin İslamcı Kürtleri yeniden kazanmak için yaptığı hamlelere de ses çıkarmıyor. Davutoğlu’nun İslamcı Kürtler üzerinde etkin olduğunu fark eden Erdoğan, bu kanalı kesmenin yollarını arıyor. Hüda-Par Başkanı’nın Saray ziyareti ve yeni bir Kürt partisinin yolda olduğu haberleri bu arayışın birer parçası.

Önümüzdeki günlerde Erdoğan sağın ve sermayenin “ağabeylerini” markaja almaya devam edecek gibi görünüyor. Ancak tüm bu “diplomatik” taktiklerin İslamcı-milliyetçi kesimleri bir arada tutmaya yeterli olmadığı aşikâr. O nedenle hem Erdoğan ve Bahçeli hem de Soylu iktidarın tasarruflarına itiraz eden herkesi sağın ve sermayenin kadim korkuları üzerinden yaftalamayı sürdürüyor. Suçlamaları ne kadar ağırlaştırırlarsa muhalefetin temsil ettiği talepleri o kadar baskılayabileceğini düşünüyorlar. Ama nafile…

Toplumdaki kaygı ve rahatsızlık kâh Boğaziçi öğrencilerinin eyleminde, kâh çalışmaya mecburken bindiği otobüsten indirilen 65 yaş üstü emekçi kadının isyanında, kâh kepenkleri kapalı esnafın umutsuzluğunda, kâh internete bağlanmak için karda kilometrelerce yürüyen öğrencileri gören gözlerde, kâh ucuz ekmek kuyruklarında birike birike büyüyor. İktidarsa bunlara sırtını dönüp CB’ye istediği araziyi ormanlık alandan çıkarma yetkisi tanımakla, 5’li çeteye ihale dağıtmakla, toplumsal olaylarda polise, MİT’e TSK’nın silahlarını kullanma izni vermekle uğraşıyor.

Milyonlarca yurttaş bir ülkeyi memleket yapan ne kadar unsur varsa hepsinin iktidarın hücumu altında olduğunu bugün çok daha net biçimde görüyor. Muhalefet ormanını, deresini, merasını savunanla üniversitesini savunanı, mesleğini dürüstçe yapmak için risk alanla eve ekmek götürmek için hayatını tehlikeye atanı, seçmeli ders özgürlüğü için mücadele veren öğretmen ve veli ile geleceksizlik korkusu yaşayan gençleri bir başka Türkiye’nin mümkün olduğuna inandırdığında demokratik yeni bir başlangıcın imkânı açığa çıkacak.