Erdoğan’ın yenilmesi şüphesiz ki önemlidir. 20 yıldır ülkeyi zapturapt altına almış tek adamın yenilmesi için mücadele etmek gerekir. Ancak mücadelenin ana konusu yalnızca bu olamaz.

Sağın alternatifi sağ mıdır?

İlda Alçay Sepetoğlu

Türkiye ciddi bir kırılmadan geçiyor. Yakın geleceğe kadar da öngörülmesi pek mümkün görünmüyor. Yaşadığımız süreç sadece bir kriz değil, tersine, çok boyutlu toplumsal bir bunalımdır. Ekonomiden siyasete, hukuktan gündelik hayata tam anlamıyla bir iflas ve çöküş söz konusu. Dahası, müdahale geciktiği ölçüde mevcut sorunlar da kökleniyor, derinleşiyor.

Düzen muhalefeti ise toplumsal çöküş karşısında birtakım öneriler sunmaya çalışsa da şimdiden, emekçi sınıfların acil sorunlarına ve taleplerine dair yeni umutlar yaratamıyor. Neticesinde, sıkışmışlık ve çaresizlik hali toplumu artarak sarmaya devam ediyor.


Elbette bunun belli sebepleri var. Bu noktada düzen muhalefetinin politik tercihlerine bakmak yeterli olabilir. İlki, her krizin ya da sorun alanının kaynağını yalnızca Erdoğan’a ve kurduğu rejime bağlanması meselesidir. Bu sebeple uzunca bir süredir siyasetin itici gücü “Erdoğan karşıtlığı” üzerinden kuruluyor. Erdoğan’ın yenilmesi meselesi, kendi başına bir zafer ve kurtuluş olarak anlatılıyor.

Erdoğan’ın yenilmesi şüphesiz ki önemlidir. 20 yıldır ülkeyi zapturapt altına almış tek adamın yenilmesi için mücadele etmek gerekir. Ancak mücadelenin ana konusu yalnızca bu olamaz. Şunu net biçimde ortaya koyabilmeliyiz: Yaşadığımız kriz yalnızca rejim sorunlarını değil, aynı zamanda kapitalist toplumsal düzenin küresel krizini de açığa çıkarmaktadır. Toplumsal ve ekonomik bunalımdan kaynaklanan sorunlar, siyasi krizlerin açığa çıkmasında katalizör görevi üstlenirken, Millet ittifakının vadettiği rejim odaklı restorasyon çabaları aslında sadece mevcut sorunların kökten çözümünü biraz daha erteliyor.

İkincisi ise muhalefetin iktidar stratejisini “sandık” düzleminde inşa ediyor oluşudur. Burada da ancak sayısal bazı hesapların öne çıktığı görülüyor. Tek adama karşı -düzen içinde- çoğunluğun birliğini sağlamak ve onu sayısal bir zaferle alt etmek. Siyasal düzlemde ise bu plan AKP’nin yerine en onun kadar sağcı-muhafazakâr bir “yeni seçeneğin” ikamesi anlamına geliyor. Yani, uzun zamandır sol-liberal çevrelerce pompalanan ve Türkiye toplumunun “dindar–elit” dikatomisi üzerinden okumasına dayanan ve toplumun çoğunluğunun muhafazakâr-milliyetçi olduğu ön kabulüne dayanan tezler, Erdoğan’dan arındırılmış, eli yüzü düzeltilmiş yeni bir sağcılığın parlatılmasına yarıyor. Böylece hem “endişeli muhafazakâr” oylar hedeflenirken hem sermaye çevrelerini, patronları ürkütmeden mevcut neoliberal düzene içkin kodlar aynı kalacak şekilde bir “değişim” (!) hedefleniyor. Çok daha önemlisi, sandık siyaseti stratejik olarak her türlü toplumsal muhalefeti, sokak örgütlenmelerini kontrol altında tutarak sessiz bir geçiş sürecinin teminatı olarak tercih ediliyor.

Aslında bu, basit anlamda politik bir tercih değil, aynı zamanda AKP sonrası (fabrika ayarlarına döndürülmüş) Türkiye’nin sınıfsal mecburiyeti olarak kendini dayatmasıdır. Geçmişe duyulan özlem, düzen muhalefetince, sermayenin lehine ve sermaye için kontrollü değişim ve restorasyon üzerinden yeniden şekilleniyor.

Nihayetinde, “AKP sonrası” Türkiye tahayyülleri için sloganlaştırılan, Kılıçdaroğlu’nun “gel helalleşelim” çağrısı tam da bu sınıfsal tercihe denk düşüyor. Hem Millet İttifakı içerisinde hem sol-liberal çevrelerde karşılık bulduğu anlaşılan “helalleşme” söylemi, özünde, doğrudan muktedirler-patronlar dünyasında, devlet bürokrasisi arasında bir barışı teklif ediyor. Başka deyişle, kavgasız gürültüsüz bir uzlaşı zemini öneriyor. Yani, AKP’nin kan kaybetmesiyle iç içe geçen ekonomik ve toplumsal bunalımdan çıkış için en kestirme yol, tek adam rejimine karşı çoğunluğun birliğini yeniden kurmak olarak görülüyor. Sağ siyasetin farklı kulvarlarında bulunan partileri bir araya getirerek merkez sağı yeniden yaratmak ve AKP sonrasına giderken sağı sahip olduğu olumsuz sorumluluklardan kurtararak arındırmak bugünün iki temel işlevi haline geliyor.

Fakat bu noktada göz ardı edilen bir gerçek artık kendini dayatıyor. Helalleşme politikası doğası gereği ne kadar uzlaşmacıysa, açığa çıkan toplumsal çelişkiler de artık bir o kadar uzlaşmaz boyutta. En basit yanıyla düzen muhalefetinin her şey yolundaymış gibi hazırlandığı seçim süreci bile bugün tehdit altında. Birkaç ay öncesine kadar, parlamenter sisteme dönüş ve vekillik tartışmaları hız kazanmışken, geçen gün Canan Kaftancıoğlu’na verilen hapis cezası, sürecin hiç de kolay gitmeyeceğini bir kere daha gösterdi. Dolasıyla bugün bırakın helalleşmeyi, sandıkların kurulup kurulmayacağı, seçim güvenliğinin olup olamayacağı en temel meseleler haline geldi.

Öte yandan toplumun her katmanında büyüyen öfke, irili ufaklı direnişler helalleşmeyi değil, eşitlik, adalet temelinde hesaplaşmayı dayatıyor. Neoliberalizmle harmanlanmış siyasal İslamcılık insanları eşi benzeri görülmeyen bir yoksulluğa mahkûm etti. Dinci gericileşme gündelik hayatlarımızdan, devlet kurumlarına kadar her konuda başat belirleyen oldu. Tarikat ve cemaatlere emanet edilen güvensizleştirilmiş geleceğimiz artık uzlaşmaz bir çelişki durumunda. Soma’da hayatını kaybeden 301 madencinin sorumluları serbestken, avukatlarının tutuklu olması; Gezi Direnişi’ne katıldığı için en ağır cezalarla hapse atılan hayatlar artık uzlaşmaz boyutta. Direnen işçiler, iş cinayetinde kaybettiklerimiz, biriken öfke ve mücadeleleri…

O halde insan sormadan edemiyor: Yoksul halkın geleceği, iradesi, mücadelesi sağ siyasete sığar mı? Sağcılık yarışı görmezden gelinen ve her yeni muktedirin parmak salladığı, “akıllı olun” ayarı verdiği geniş kesimler için bir çıkış yaratabilir mi?

Elbette hayır! … Bugün siyaset sağ şeritten yol bulmaya çalışsa da mücadele ve ayrı ayrı da olsa yükselen sesler sol siyaseti, sınıf siyasetini dayatıyor. Helalleşmenin değil, adil, laik, sınıf siyaseti üzerinde, emekçilerden yana kurulacak bir düzenin zorunlu olduğunu gösteriyor. Bakmamız gereken yer burasıdır. Sağcılık yarışında sıkışıp kalmadan, ezilenlerin direnişini örgütlemek en temel meselemiz olmalıdır. Çözüm soldadır. Solun değerlerindedir.