Bir süredir edebiyat okuyamıyordum, psikoloji ve felsefe kitaplarından başımı kaldırıp, makale yazmanın o ağır kaynakça yüküyle. Edebiyat bilmeden psikoloji bilgisi kendi başına pek bir işe yaramıyordu. Bir öykü, şiir ya da roman okumadan insan kendi içindeki derinliği nasıl hisseder, nasıl nefes alabilirdi ki…

Philip Roth’un ‘Bir Komünistle Evlendim’ adlı romanı yeniden yayımlanınca, özellikle Murray karakteri için yeniden okumak istedim. 1959’da Amerikan Karşıtı Faaliyetleri İzleme Komitesi tarafından sorgulanıp lisedeki öğretmenlik görevinden uzaklaştırılan Murray, bana lisedeki edebiyat öğretmenimin ve öğretmen olan babamın üzerimdeki etkisini hatırlatıyordu. Benzer bir etkiyi Philip Roth da yaşamış ki, anlata anlata bitiremiyordu öğretmenini. Daha yeni 24 Kasım Öğretmenler gününün kutlanıldığı bugünlerde…

Ama en önemlisi, artık 90 yaşındaki Murray’i anlatırken yazar, yaşlılığa, ihtiyarlamaya dair önemli tespitlerde de bulunuyordu: “Sonlarına doğru zamanın hızlı geçtiğini biliriz, ama Murray o kadar uzun zamandır sona yakındı ki şimdiki gibi sabırla, isabetle, belli bir nezaketle konuşunca –sadece ara sıra durup martinisinden zevkle bir yudum alıyordu- zamanın onun için eriyip gittiği duygusuna kapıldım, hızlı da akmıyordu yavaş da, Murray artık zamanda değil, kendi teninin içinde yaşıyordu.”

Benzer bir duyguyu, Vedat Türkali’yi son günlerinde ziyaret ettiğimde hissetmiştim, geçmişten ya da yazmayı planladığı romandan bahsederken, zaman onun uzağındaydı, yaşamın ve ölümün ötesinde bir yerden konuşuyordu. Ziyaretine birlikte gittiğimiz yönetmen Özcan Alper’le onu huşu içinde dinlemiştik.

Roth, Murray’i anlatırken şöyle devam ediyordu: “Vicdanlı bir öğretmen, yurttaş ve aile babası olarak yürüttüğü o faal, gayretli, dışa dönük hayat, durgun bir konuma varmak için giriştiği upuzun bir savaştı. Yaşlanıp güçten düşmek katlanılmaz bir şey değildi, unutulmanın derinliği de…” Bu satırları okurken, Melanie Klein’ın ‘Haset ve Şükran’da yaşlılığa dair sözlerini anımsadım: “Bebeklik döneminde yaşanan mutluluk ve kişiliği zenginleştiren iyi nesne sevgisi, bence haz duyma ve yüceltme yetilerinin asıl kaynağıdır ve etkileri yaşlılık döneminde de hissedilir.” Melanie Klein, bu tespiti yaparken Goethe’nin “Ömrünün başlangıcıyla sonu arasında anlaşma olan kişi mutludur” sözünü de hatırlatıyordu. Murray, hayatını korkusuzca, inandığı gibi ve dolu dolu yaşadığı için ihtiyarlığını dingin bir biçimde zamanın dışında yaşama hakkını elde etmiş olmalıydı.

Philip Roth şöyle devam ediyordu: “Murray Ringold’da insanın tatminsizliği tam yerini bulmuş, diye düşündüm. Murray tatminsizliği aşmıştı. Her şey sona erdikten sonra demek geride kalan buydu, umursamazlığın disiplin altına alınmış kederi. Bu soğumaydı. İnsan hayatında uzun bir zaman her şey çok sıcak, her şey çok yoğun oluyor, sonra yavaş yavaş azalıyor bu, arkasından soğuma geliyor, en sonunda da küller. Kitaplarla dövüşmeyi bana ilk öğretmiş olan adam şimdi de yaşlılıkla nasıl dövüşüleceğini gösteriyordu. Ve bu şaşırtıcı, soylu bir beceri, çünkü insana yaşlılığı, sağlam yaşanmış bir hayattan daha az öğretecek şey yoktur.”

Sağlam yaşanmış bir hayat… Hayat, nasıl sağlam yaşanır ki?.. Nefret, haset ve yıkıcılıkla benliğin parçalanmadığı, kişinin kendisini bütünlüklü hissettiği bir yaşam mı kastedilen? Arzularımızı, umutlarımızı, ideallerimizi, gerçeklikte yeri olmayan ulaşılmaz düşler olarak değil de gerçekten başarmak için yola çıktığımız hedefler olarak gördüğümüzde mi? Sanırım öyle…