Hürriyet yazarlarının yaşlanma etkilerini geciktirici gazetecilik denemeleri ikinci kez Faruk Bildirici engeliyle karşılaştı. Önce Osman Müftüoğlu, Dünya Sağlık Örgütü, orta yaş dilimini 66-79 yaş arasına çıkardı diye müjdelemişti ki, Bildirici aslında her gazetecinin yapması gereken doğrulama işini yaparak bunu çürüttü. (Yanıltıcı kaynak, Dr. Müftüoğlu’nun Whatsapp mesajı atan dostuymuş, ciddiyete bakın) Bildirici bunun ardından da Ertuğrul Özkök’ün her tarafı PR kokan “yaşlanmayı tedavi etmekte çığır açan molekül” temalı röportajındaki ürünün “henüz insanlar üzerinde etkisinin bilimsel olarak kanıtlanmadığı” bilgisini iletti.

Üstelik bu PR kampanyasının Hürriyet’teki tek ayağı Özkök de değil. Bu ürünün tanıtıcı yüzü olan Sertab Erener’le de Ayşe Arman röportaj yapmış. Ürün epey tartışmalı. Doğal malzemelerden yapıldığı iddiasıyla Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi’nin onayına gerek olmadığı iddia ediliyor, dolayısıyla Türkiye’de de Sağlık Bakanlığı’ndan onaylı değil. Yani Hürriyet’in büyük bir gürültüyle sunduğu ilaçla başınıza neler geleceği bilinmez. Bir gazetenin buna aracılık etmesi vahim sonuçlar da doğurabilir pekâlâ.

Bu küçük skandal vesilesiyle özellikle “sağlık” haberlerinde medyanın diğer yanıltıcı etkilerine değinmek istiyorum bu hafta Köşe Vuruşu’nda.

Şovmen bilim insanı efekti
Ürünlerin olduğu kadar insanların da “reklam” ihtiyacı var. Kimi bilim insanları ya da doktorlar bu işi çok seviyor. Garip bir iddiayla ortaya çıkıyorlar. Atıyorum, “turp yemeyin kalp krizi geçirirsiniz” gibi bir iddia olsun mesela. Sonra gelsin, canlı yayın davetleri, gitsin röportajlar. Doktor ya da bilim insanımız yeterince meşhur olduktan sonra, kitapları yok satıp muayene randevuları tavan yaptıktan sonra iddiaları yanlış çıkarsa çıksın sorun yok. Bu sırada, o yıl turp eken çiftçiler, satan pazarcılar perişan olmuş o da önemli değil. İddia güçlü, rating sağlam, tıklar tavan. Elbette bu gibi iddialarla çıkan herkesi genelleyemeyiz ama büyük kısmında bu tarz bir kameraseverlik var, açıkça görülüyor. O doktor ya da bilim insanlarının ipsiz sapsız iddialarını düzeltmek de işini hakkıyla yapmaya çalışan meslektaşlarına düşüyor.

Korkutmanın cazibesi
“Korku yaklaşımı” iletişimde her zaman çalışır. Medyanın sağlık haberlerini yeterince doğrulama yapmadan yayınlama reflekslerinden biri de bu. Korku ne kadar büyük olursa, haber o kadar caziptir. Basın tarihimizde bile yeri var, Baba Tahir namlı gazeteci kişi, durup dururken “Terkos gölüne galiba bir domuz düşmüş” diye bir uydurma haber yapar. Terkos demek içme suyu demek, ortalık karışır haliyle. Bu kaynaktan su getiren firmanın Fransız Müdürü hemen Baba Tahir’e koşar ve domuz düşmediğine ikna edici “ tamamen duygusal” bir görüşme yapar. Ertesi gün haber şöyle düzeltilmiştir: Terkos gölüne düşen hayvanın domuz olmadığı anlaşıldı. Tabii gazetecilik ahlâkını da Baba Tahir’e genelleyemeyiz ama “korkutma” refleksi genelde çalışır. Sağlık haberlerinde de yeterince korkutucu her iddia günü kurtarır.

Umut vermek
Sağlık haberlerinin üçüncü cazip edici tarafı da hayati müjdeler verebilme gücü. Tıpkı Özkök’ün yaşlanma etkilerini geciktirici gazetecilik ısrarı gibi. Eğer umut veriyorsanız, örneğin; “kansere çare bulundu” her zaman okunursunuz. O sırada kanser hastası olan veya hasta yakınları olan insanların duygularıyla oynamışsınız, belki de yalan yanlış yönlendirmeyle tehlikeye atmışsınız önemli değil. Umut fakirin ekmeği nitekim.

Özetle; tıpkı bu yazının bilerek “yanıltıcı” atılmış başlığı gibi “sağlık” haberlerine dikkat. Bu haberlerden sağlığı korumanın üç formülü var: “Şovmen bilim insanı efekti” var mı, cümleler ve başlıklar sizi korkutmak için mi atılmış, haber boş umutlar verip linki tıklatmak için mi yazılmış? Sağlık haberlerini bu üç formülle süzgeçten geçirip okumak şart. İstisnasız tüm yayın organlarında ve özellikle sosyal medyada bunun dünya kadar örneği var. Ünlü bir tıp insanı, ülkemizin en çok kişiye ulaşan gazetesinde bile “bir arkadaşım Whatsapp’tan yazmış” gevşekliğinde yazı yazıyorsa, sağlık haberlerini başta bone, elde eldivenle okumak gerek açıkçası.