Herkes ne kadar yoğun fark ettiniz mi? Alıştık sorularımızın, gönderilen mektuplarımızın, maillarımızın cevapsız kalmasına.

Herkes ne kadar yoğun fark ettiniz mi? Alıştık sorularımızın, gönderilen mektuplarımızın, maillarımızın cevapsız kalmasına. Siyasetçiler kadar gazeteciler de eleştirilmeli. Medya bir ülkenin aynasıdır. Televizyonda, gazetelerde dönüp dolaşan haberleri okuduğunuzda ülkede, dünyada olup bitenlerden haberdar olduğunuza emin misiniz? Siyasetçileri eleştiren gazetecileri kimler eleştirecek peki? Bu hafta çok satmayan gazetemin çok okunmayan bir yazarı olarak 'sıradan' bir yurttaşın isyanına yer vermek istiyorum. Çünkü çok satmak, çok okunmak gibi bir kaygım olmadığı için çok özgürüm. Çünkü ülkemizde haber olarak bize sunulan saçmalıklardan utanıyorum. Bir yazıyla, bir ülke gerçeğini değiştirebileceğimi sanmıyorum. Artık o kadar da genç, saf ve inançlı değilim. Ama bugün bu yazıyı yazmak zorunda hissediyorum kendimi. Çünkü benim canım bir şey yapmak istemezse hayat olduğu gibi devam eder. Ama üniversitede geriatrist (65 yaş ve üstü hastaların sağlık uzmanı) olarak çalışan, araştırma görevlisi Alper ve onun gibilerin canı birşey yapmak istemezse hayat eskisi gibi devam edemez. Geçen haftaki yazımın ardından bir mail attı bana Alper. Önemli bir kısmını sizlerle paylaşmak istiyorum.
"13 Mart tarihli yazınızı, Sıhhiye mitingini coşkuyla tamamlamış, yorgun, ama bir o kadar da umutlu yanık tenli yüzlerin doldurduğu İstanbul’a dönüş otobüsünde hafif bir tebessümle okudum. Gelecek umudunu henüz yitirmemiş bir araştırma görevlisiyim. Aslında umutlu diyorum ama, 30 bini aşkın sağlık çalışanının doldurduğu miting haberlerinin 30 saniye bile haberlerde yer almadığını öğrenen herkes gibi, galiba kendimi kandırıyordum... Türkiye’nin dört bir yanından bunca insanı bir araya getiren duygudan bihaber halkımız, ve pek bi muhterem siyasetçilerimizin gözünde yine marjinal gruplar(!) olarak kabul edileceğimiz gerçeğini bilsek de, haykırmıştık meydanlarda: “Sağlık haktır, satılamaz!.. ”Doktorduk, tıp öğrencisiydik, hemşireydik, teknisyendik, eczacıydık, diş hekimiydik, sosyal hizmet uzmanıydık ve diğer tüm sağlık çalışanlarıyla onlara inanan onbinlerdik... Her şeyden önce sosyal bir sınıf bilincine nihayet varabilmiş ve birlikte haraket edilebileceğini göstermiştik... Ya da biz öyle sandık... Trenle yola çıkan, saatlerce yorgunluk hissetmeden yürüyen, Sıhhiye’de coşan, dönüş otobüsüne binen bendeniz; insanca yaşama özlemi çeken her duyarlı yurttaş gibi görevini ifa etmiş, onurlu bir duruş sergilemiş, ertesi gün herkesin bizimle gurur duyacağı komik ve çocukça bir hisse kapılmıştım, nedensiz... Ertesi sabah ve takip eden günlerde, kırk yaşına gelmiş, pek çok kez zatürre geçirmiş olan ciğerlerim, bu kadar yorgunluğu kaldıramayarak bu kez bronşit oluvermişti... Hastalarımıza ve bana bu yürüyüşe katılma konusunda destek veren hocalarıma olan saygımdan, izin kullanmayarak çalışmaya devam ediyordum. Tek beklentim, neden hastalandığımı sorduklarında “Oradaydım ve her anını coşkuyla yaşadım” diyebilmek; karşılığında da "haberlerde yoktu ama!", "ne işe yaradı ki?" cümlesiyle karşılaşmamaktı oysa... Üç gün geçmişti ama Tatlıses haberlerinden başka hiç bir şeyin önemi yoktu halkın nazarında... Öksürmekten ve yorgunluktan yığılmak üzere olduğum poliklinikte sadece sonuç göstermek için gelen, üstelik üç yıldır aralıksız takip edip, tüm şikayetlerine çözüm bulmaya çalıştığım 72 yaşındaki sakallı amca, bırakın halimi görüp geçmiş olsun demeyi, “beni neden bu kadar bekletiyorsun, seçimden sonra görüşürüz artık!” diyerek dalga geçince ipler kopuverdi sonunda. Dar zihinlerin arasında devam etmekteydi hayat denen kavga. Artık hayal bile kurmak istemiyor bu beden... "İyi evlat, iyi arkadaş, iyi  kariyer sahibi, iyi insan, iyi anne, iyi baba, iyi yurttaş olmak için programlanmış" insanlardan  biriydim. Yaklaşık yirmi beş yılımı geçirdiğim tıbbi kariyerimde ulaşabileceğim son nokta: “Sen beni nasıl bekletirsin, seçimden sonra görüşürüz!...”
İşte bu akşam ben, kendini özel zanneden, zavallı ben ve benim gibi nice doktor, sağlık çalışanı, ülkedeki sizin gibi duyarlı tüm insanlar... Okuyamayacağınızı düşünsem de yazmak istedim, sadece dertleşmek ve “evet” aynen de sizin zihinlerimize acımasız gerçeği vuruşunuz gibi: “Canım hiç bir şey yapmak istemiyor” diyebilmek için... Performans kandırmacasıyla aldatılan ve tedavi edildiğini zanneden gariban halkım için, ağzımdan çıkacak tek bir umut sözcüğünü bekleyen eşim, çocuklarım ve ailem için, doçent olayım diye destek veren hocalarım için ya da facebook’da ara sıra yazdıklarımızı beğenen arkadaşlarım için, seninle gurur duyuyorum diyen anam için bile: “Canım hiç bir şey yapmak istemiyor!...”