Siirt Eruh’ta bir 14 Mart’ta tanıdığım hekim çiftle yine bir Tıp Bayramı’nda 23 yıl sonra görüştük. Dr. Sevim- Dr. Erkal Ay’ın söylediği çok çarpıcıydı; Eruh’ta şiddetin ortasında bırakın şiddeti tek bir kırıcı söz işitmedik.

Sağlık hizmeti diye biz sunulduk

Semra KARDEŞOĞLU

Bundan tam 23 yıl önce 14 Mart Tıp Bayramı’nda Siirt’in Eruh ilçesindeydik. Ceylan Orhun’un başkanı olduğu Anakültür’ün çok sayıda kurumla birlikte organize ettiği 8 Mart Dünya Kadınlar Günü etkinliği için gitmiştik Eruh’a. Bir grup gazeteci ve katılımcı ile Siirt merkezden askeri araçlar eşliğinde ve bir konvoyla ulaşmıştık ilçeye. Oradayken ilçenin hekimleri ile bir araya gelip bir de onlara ilişkin bir haber hazırlayayım demiştim. Üçü kadın 4 hekim görev yapıyordu. Onlarla konuşup o dönem çalıştığım Milliyet’in sayfalarına taşımıştım yaşadıklarını. O hekimlerden Dr. Sevim- Dr. Erkal Ay çiftinin hikayesi daha da özeldi. Mecburi hizmet için geldikleri ilçede tanışmış, evlenmişlerdi.

Hekimler bu 14 Mart’ı ‘G(ör)evde’ karşılarken, gördükleri şiddet defalarca cezasız kalırken, hayat kurtarmanın karşılığını can vererek öderken, ‘Giderlerse gitsinler’ denilirken, saatler süren nöbet dönüşlerinde yollarda can verirken 23 yıl önce Eruh’ta bıraktığım o hekim çift düştü aklıma. Bu geçen sürede ne olmuştu? Nasıl geçmişti? İzlerini Gaziantep’te buldum. Ben sordum onlar yanıtladı. Sevim Ay, çok yoğun olduğu için sohbetin küçük bir bölümüne katılabildi. Erkal Ay yanıtladı sorularımızı daha çok.

23 yıl sonra internet üzerinden de olsa buluştuk. Hatırladığım Türkiye’nin farklı illerinden hekimler o küçük ilçede buluşmuştu. 22-23 yaşlarındaydı çoğu. Sobalı bir küçük evde kalıyordunuz. Çoğu soba yakmayı orada öğrenmişti. Ne oldu bu geçen sürede?
Eruh’ta yaşadığımız dönem mesleğimizin en özel süreciymiş. O zaman bilmiyorduk bunu. 28 yıllık hekimim. Uzmanlığa devam etmedim. Birinci basamak sağlık hizmetinde çalışıyorum. Eruh’ta mecburi hizmet bitince bir süre daha devam ettik. Sevim TUS’a girdi. Dünyanın en zor sınavlarından biridir. Türkiye 13’üncüsü oldu. Ankara’da Zekai Tahir Burak Hastanesi’nde Kadın Doğumu kazandı. Ankara’ya yerleştik. 4,5 yıl sürdü. Ben de İl Sağlık Müdürlüğü’ne girdim. O dönem iki çocuğumuz dünyaya geldi. Uzman hekim olunca yeniden mecburi hizmet zamanı geldi. Biz tekrar Siirt’e gittik. Bu kez il merkezine. Ben yine sağlık müdürlüğünde devam ettim. 4 sene kalıp oradan Batman’a geçtik. Bir 4 yıl da orada kaldık. Ve en son Sevim’in memleketi Gaziantep’e geldik. 11 yıldır o özelde ben devlette çalışmaya devam ediyoruz.

300 HASTA BAKAN HEKİM!

Çok sayıda hekim yurtdışına gidiyor. Cumhurbaşkanı ‘Giderlerse gitsinler’ dedi. Ne hissettiniz?

Tüm meslektaşlarımız gibi üzüldük tabi. Kadınlar Günü toplantısında ne gereği vardı böyle bir çıkışın. Onurumuza dokundu. Ama bu söz hekimler arasında inanılmaz bir kenetlenmeye de yol açtı. Ne bekliyor hekimler? Birinci olarak etkin bir şiddet yasası. Bir hâkimin otomobilinin sileceğini kırsan cezaevine girersin. Ama bir doktorun kafasında kül tablası kırıyorsun, elin kolunu sallayarak geziyorsun. Genç bir asistan bazı dallarda günde 300 hasta görüyor. Bu çocuğun hata yapmama şansı var mı? Bir hastaya en küçük bir şey olduğunda bunun tüm yükü 23 yaşındaki bir genç hekimin üstüne yıkılabilir mi? Koca bir sistemdeki tüm hatalar o gencin sırtına yükleniyor. Günde neden 300 hastaya bakıyor? Bu sorulmuyor. Malpraktisin yani ortaya çıkan mesleki hatanın maddi bedeli de o genç hekimin üstünde. Ömür boyu çalışsa ortaya çıkan tazminatı ödeyemez.

Hekim bir çiftsiniz. Meslekte 30 yıla yaklaştınız. Söylendiği gibi çok kazanıyor musunuz? Zengin oldunuz mu mesela bu süreçte?
Böyle bir şey mümkün mü? Eşim Kadın Doğum uzmanı oldu. Özelde. O anlamda elbette daha iyiyiz. Çocuklarımızın hayatlarını kazanacak noktaya gelmesi için uğraşıyoruz. Ama biliyorsunuz işte, devlette çalışanların ücretini. 7 ila 9 bin arası alıyoruz. Hadi 10 bin olsun. İstanbul’da böyle bir çift düşünün. Şu ortamda hadi diyelim dişini sıksın sokağa çıkmasın, ayda 5 bin TL biriktirsin. Yılda 60 bin yapar. Ev alması mümkün mü bu şekilde? Bunu geçtim 38 yıllık bir hekim, organ nakli alanında uzman. “9 saat ameliyat sonrası evime dönerken araba kaç lira mazot yakacak diye düşünüyorum” dedi. Biz “Git ameliyat çıkışı metrobüse bin” mi diyelim? Asgari ücretin 9 katını alıyordu hekimler. Şimdi iki katını alıyor. Böyle giderse asgari ücret alacağız.

Neden İstanbul, Ankara tercih etmediniz?
Büyük şehirler bizde bir korku yarattı. Antep’te aradığımız her şeye ulaşma imkânı da var. Bir de hayatımız tamamen çalışmak üzerine kurulu. Akşam eve git, yat uyu. Sosyal ortam olsa da öyle bir vakit yok. Biz neredeyse 10 yıldır TV izlemiyoruz. İkinci üniversite hakkından faydalanarak tarih okuyorum. Kısa bir süre sonra emekli olacağım. Sonra belki işyeri hekimi olarak çalışırım. Hayalim kitapçı açmak. Eski ve yeni kitapların bir arada olduğu. Sevim de bir iki sene devam edip bırakacak.

saglik-hizmeti-diye-biz-sunulduk-991185-1.
Siirt Eruh’ta görev yapan hekimlerin yaşadıkları sorunlara ilişkin
15 Mart 1999 tarihinde Milliyet gazetesinde yayımlanan haber.

Eruh’ta şiddetin ortasında hekimlik yapıyordunuz. Sizlere yönelik bir şiddet vakası yaşanıyor muydu?
Asla. 95’te gitmiştik. Bizi askeri konvoyla getirdiler ilçeye. Sonrasında da öyle gidip geldik. Aslında daha kolay hedef olabilirdik, o ayrı. Çatışma olur otopsiye gideriz. Döndüğümüzde elinde bir fotoğrafla gelir bir anne. “Ölen bu muydu?” diye. Öte yanda asker, bizim hemşire arkadaşımızın eşi mesela. Böyle bir ortamdayız yani.

Nasıl bu noktaya geldi sizce?
Bizi siyaset malzemesi olarak kullandılar. “Sağlıkta hizmetlerimizle iktidar olduk” deniyor ya, işte o sağlık hizmeti biziz aslında. Sağlıkta dönüşüm dedikleri bu. Hekim çok kolay ulaşılabilir kişi oldu. Ulaşılmasın demiyoruz biz. ABD’den bir arkadaşım aradı. Kullandıkları ilaç kızında bazı sıkıntılar yaratmış. Bana sordu. Doktoruna söyleyin değiştirir ilacını dedim. Yanıtı “İmkânsız randevumuz Nisan’da” oldu. Bizde ne olurdu? Aynı gün 3 uzman doktora gider, 3 reçete yazdırırdı. Her iki örnek de normal değil. Bugün birçok dalda hekim 5 dakikada bir hasta bakıyor. Tuvalette biraz fazla kalsa, çayını içse hastalar öfkeleniyor bekledim diye. Kışkırtılmış sağlık hizmeti beklentisi var. Artık hastalar ‘Benim şu şikâyetim var’ diye gelmiyor. “Serum taktırmaya geldim, kolesterolüme baktırmaya geldim” diyor. Hatta “Yatışa geldim ama yoğun bakım değil normal odaya yatmak istiyorum” diyor. İyi de hastane otel mi? Bir sevk zinciri olmalı. Başı ağrıyan profesörün karşısına çıkamamalı. Durumu ciddi hastanın işi çok zor olabiliyor. Randevu alamıyor örneğin. Kısacası biz memnun değiliz hasta da memnun değil. Böyle devam edebilir mi?

Aileler çocuklarının hekim olmasından endişe ediyor mu?
Hangi anne baba ister ki? Gün aşırı 36 saat nöbet tutsun sonra üstüne şiddet görsün. Ben Babaeskiliyim. Bir kardeşim daha var. Babam askerdi. Annem ev kadını. 8-9 kişi bir evde kalıyorduk Bursa’da. Yine de çevreme göre durumu iyilerden biriydim. Durumu iyi olan öğrenci çok nadirdi. Sevim bir öğretmen çocuğu. 4 kardeşler. Ablası de hekim. Adana’da 6 yıl boyunca 6 kişilik bir yurt odasında yaşadı, çalıştı. Çok büyük güçlüklerle. Başka öğrenciler için çok kolaydı demiyorum elbette.

14 Mart’ta ne yapacaksınız?
G(ö)revde olacağız elbette. 14 Mart’ta (Bugün) malpraktist ve şiddetle ilgili açıklama yapılacak denildi. Biz de bekliyoruz haberleri.

***

En güvende hissettiğim yer Eruh’tu

Kadın Doğum Uzmanı Dr. Sevim Ay, sohbetin sonuna yetişebiliyor ancak. “İşte benim için tüm randevular, kutlamalar, doğum günleri hep böyle, sonundan yetiştiğimiz” diyor. Nelerin değiştiğini çok güzel özetliyor: Mesleğimizin en güzel dönemini Eruh’ta yaşadık. O kadar mükemmel insanlarla bir aradaydık. Tek bir kötü anımız yok oraya ilişkin. Tamam yokluklar var ama orada yaşayan 5-6 bin insanla beraber sen de yaşıyorsun o zorluğu. Kendimizi inanılmaz güvende hissediyorduk. Sonra uzmanlığımı yapıp Siirt’i tercih ettim. Ailemle birlikte döndük Siirt’e 2004’te. Her şey değişmişti. Hekim artık bağırıp çağırılabilir dövülebilir biri haline gelmişti. Hekimlik imajı kirlenmişti. Tıpkı kadın cinayetlerinde olduğu gibi adeta teşvik edilir hale gelmişti.

Şu an bulunduğumuz Antep’te Dr. Ersin Arslan Eğitim ve Araştırma Hastanesi var. Hasta yakını tarafından öldürülen bir meslektaşımızın isminin verildiği hastanede hekime şiddet, hakaret vakasının yaşanmadığı tek gün yok. Hiçbir ders alınmadı. Yapanın yanına kar kalıyor yani. Tüm bu yaşananlar sonunda, özelde çalışmama rağmen yorulmuş durumdayız. Bitik durumdayız. Hekimler yurt dışına gidiyor. Yaşlanınca bize bakacak hekim kalacak mı? Kalan nasıl bir eğitim almış olacak. Bunu düşünüyoruz. Artık ilçelerde dahi tıp fakülteleri kuruldu. Oysa tıp eğitimi çok özeldir. Her yere açılacak bir fakülte değil ki. İyi insan yetiştirip iyi hizmet vermesini sağlamalıyız, asistanlık döneminde sağlam yetişmeli. Eğitim gözden geçirilmeli.

BİR MAKİNE OLARAK GÖRÜLÜYORUZ

Hekim bir makine olarak görülüyor. Yemek yemeye hakkı yok, tuvalete gitme hakkı yok. Prangayla bağlanmış sanki. İstisna meslekler dışında akşam kapıyı çekip çıkarsınız. Biz kapıyı hiç kapatamayız. Hasta nasıl, bebeğin sağlığı nasıl, ailenin sıkıntısı var mı? Gecenin üçünde telefonum çalıyor. Bir şey sormak için aramış hasta; Uyanıksınızdır diye düşündüm diyor. Doktorsan uyumazsın sanki.