Her geçen yıl daha çok sağlık hizmeti “tüketiyoruz”. Ne demek istiyorum? Doktor doktor geziyor, daha çok ilaç tüketiyor ve ameliyat oluyoruz. Kronik, tedavisi zor hastalıklarımız varsa ihtiyaç duyduğumuz nitelikli sağlık hizmetine çoğu zaman erişemiyoruz. Emin değiliz yoksa doktora gitmemiz gerektiği halde gitmiyor muyuz ya da birkaç doktora daha sorsak mı?

Eşitsizlikler sürüyor, sosyal güvencemiz, paramız yoksa sağlığa erişimde zorluklar yaşamaya devam ediyoruz.

Resmi verilere dayanarak anlatmaya çalışacağım. Geçtiğimiz hafta Sağlık Bakanlığı 2019 yılına ait Sağlık İstatistikleri Yıllığı Haber Bülteni’ni yayımladı. Aslında bu dönemde yıllığın tamamı yayımlanırdı, belli ki bu yıl da bir süre gecikecek. Yine de bültendeki bazı veriler sağlıktaki durumumuza dair ipuçları veriyor.

2019’DA HEKİME BAŞVURU ARTMAYA DEVAM ETTİ

Bültene göre 2019’da kişi başı hekime müracaat sayısı 9.8 olarak yeni bir rekor kırdı. 2002’de bu sayı 3.1 idi ve yıllardır artış devam ediyor. 2019’da toplam 813 milyon kere doktora gitmişiz. 2020’de veriler açıklanmamakla beraber yaşadığımız salgın nedeniyle hekime müracaat sayı ve şekillerinde, sektörel dağılımlarında değişiklik olması kaçınılmaz olacak. Bunları ayrıca ele almak gerekecek, ancak sağlık hizmetlerinin kullanımında ve verilişinde dayatılan anlayış değişmedi.

Nedir bu anlayış? Sağlığın piyasalaşması. Bu hizmetten daha çok para kazanılması için daha çok hastalanmamız, ameliyat olmamız, ilaç tüketmemiz gerekiyor. Hekimler üzerinde kamuda ve özelde performans ve ciro baskısı devam ediyor. Hasta-hekim ilişkisinin karşılıklı güvene dayanmaktan ziyade karşılıklı kuşkuya dönüştüğü bir dönem yaşıyoruz. Hastalarımız da imkânları ölçüsünde eski Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın dediğini yapıyor. Şöyle demişti Bakan: “Bir elbise alırken bile mağaza mağaza dolaşıyoruz. Sen burada kalbini emanet edeceksin, gerekirse on yere de soracaksın. İnsanlarda artık bu kültürün oluşması lazım.” Gerçekten bu “kültürün” oluştuğunu, 18 yıl öncesine göre 3,5 kat fazla doktora gittiğimizi görüyoruz. Çok daha genç nüfusa sahip olduğumuz halde AB ortalamasının 1,5 katı, hatta pek çok yaşlı nüfusa sahip Avrupa ülkesinin 3 katı hekime başvuruyoruz. Sağlık düzeyimizin bu ülkelerden daha iyi olduğunu söylemeye ise imkân yok. Çok doktora gitmek sağlıklı olma halini göstermiyor.

YİNE BİRİNCİ BASAMAK ZAYIF

Aile hekimliği birimlerinin artırılmadığını (26 bin 252’den 26 bin 476’ya çıkmış), birinci basamağı güçlendirmek yerine yine hastaneciliğe ağırlık verildiğini görüyoruz. Başvuruların yüzde 65’i hastanelere yapılmış. Koruyucu hekimliğin yani hastalanmamanın öncelenmesinden, hastanelerde yığılmayı önleyecek sevk zincirinden, bilimsel, çağdaş, sağlıklı olandan çok ötede olduğumuz anlaşılıyor. Şehir hastanelerine “hizmet garantili” taahhütler verildiğini, yani daha çok hastalanmamız gerektiğini düşününce uzun yıllar sağlık hizmetlerinin böyle şekilleneceğini üzülerek görüyoruz.

SAĞLIK PERSONELİ İSTİHDAMI NEREDEYSE HİÇ ARTMIYOR

Hatırlamamızda yarar var, bir işten daha çok kar etmenin diğer gerekliliği daha çok işi daha az personele, ucuza yaptırmaktır. Sağlıkta da bunun gerçekleştiğini görüyoruz. Kamuda, özelde, üniversitede 2018’de toplam 1 milyon 16 bin 401 olan sağlık çalışanı sayısı sürekli artan iş yüküne, kalabalık hastanelere, hastaya yeterli zaman ayrılamamasına karşın 2019’da 1 milyon 33 bin 767 olmuştur. Artış sadece 17 bin 355 kişidir! Atama bekleyen 600 bin genç sağlık meslek profesyoneli varken sağlıkta istihdamın artırılmaması çok acıdır, üstelik bu rakamların “Sağlık personeli sayısı arttı” diye sunulması sağlık emekçileri ile dalga geçmektir. Yaşadığımız salgın döneminde dahi atanamayan sağlıkçılar için kayda değer bir istihdam artışı sağlanmamıştır.

Aklın, bilimin gereğini, birikimlerimizi gözeten sağlık politikalarına ihtiyacımız var. Sağlıkta özelleştirmeyi, bunun bir modeli şehir hastanelerini, öncelikleri, bir bütün olarak piyasacı sağlık anlayışını sorgulamadan sorunlarımıza çözüm bulamayacağız.