Türkiye, Cumhuriyet’in yeni yüzyılına açık ve gizli özelleştirmelerden nasibini alan bir sağlık yapılanması ve sağlıkta şiddetin vahşeti gölgesinde hazırlanıyor.

Sağlık için reçete: Yeniden kamucu ve eşit sağlık hizmeti
Fotoğraf: Arşiv

Sevilcan Başak Ünal

2020 yılının temmuz ayında, ülkede COVID-19 pandemisi tablosu giderek ağırlaşıyor, tespit edilen toplam vaka sayısı 200 bini, ölüm sayısı ise 5 bini geçiyordu. Bu dönemde, her geçen gün daha fazla sağlık çalışanı COVID-19 nedeniyle hayatını yitirirken, “kahraman” ve “özverili” diye övülen sağlık çalışanları pandemi koşulları sebep gösterilerek daha zorlu koşullarda çalışmaya itiliyordu. Özel hastanelerde COVID-19 testi ve tedavilerinden alınan ücretler tartışılıyor, birinci basamak sağlık hizmetleri ve kamu hastaneleri pandeminin yükünü sırtlayarak elektif cerrahileri ve bazı poliklinik hizmetlerini ertelemek zorunda kalırken, sağlık camiasında özel merkezlerin bu durumu kendi lehine ve “krizi fırsata” çevirmeyi bildikleri gündem oluyordu.


2021 yılının temmuz ayına gelindiğinde pandeminin ekonomik ve sosyal yükü altında ezilen yurttaşlar “normalleşme” dönemine girildiğini duyuyor, aşı tartışmaları sürüyor, tespit edilen vaka sayısı 5,5 milyona ve ölüm sayısı 50 bine yaklaşıyordu. Türkiye’nin pandemi ile büyük mücadelesinin sırrının şehir hastaneleri olduğu algısı yaratılmaya çalışılıyordu.

Temmuz 2022, canice katledilen hekimlerin acısı ve sağlık çalışanlarının hakları için iş bırakma eylemleri sürerken bir yandan da yeniden artan vaka sayılarını getirdi.

Türkiye’de sağlık hizmetleri son 20 yıldır daha da yoğunlaşan biçimde kamu kaynaklarının özel sektöre aktarılması üzerine kurgulanıyor. Bu bir yandan özel sağlık hizmeti sunucularının, en temelinde de özel hastanelerin yaygınlığının ve pastadaki payının artırılması ve yurttaşların bu hastanelere hem yönlendirilip hem mecbur bırakılmasıyla gerçekleşiyor. Diğer yanda ise ülkenin sağlık sisteminin kanayan yarası şehir hastaneleri duruyor.

Sağlık Bakanlığı’nın geçtiğimiz günlerde yayınladığı 2020 Sağlık İstatistikleri Yıllığına göre özel hastaneler ülkedeki toplam hastanelerin yaklaşık %37’sini oluşturuyor. Özel hastaneler ülkenin toplam yatak sayısının %20,8’ine sahip, hastane başvuruları içindeki payları ise %18,3’ü bulunuyor. 2002 yılında özel hastaneler toplam hastanelerin %23,4’ünü, toplam yatak sayısının %7,5’ini, hastane başvurularının ise %4,6’sını oluşturuyordu. Elbette istatistiki verileri ve nedenlerini yorumlarken temkinli olmak gerekiyor, ancak sadece bu basit sayılar bile bize pastada özel sermayenin payının artışına dikkat çekiyor.

Yine 2020 Sağlık İstatistikleri Yıllığına göre ülkede faaliyete geçen veya yapımı devam eden yirmiye yakın şehir hastanesi bulunuyor. “Kamu özel ortaklığı” ürünü olan şehir hastaneleri ülkenin sağlıkta piyasalaşma sürecinin en güncel ve en vahşi örneklerinin başında geliyor. Bir yanda şehir merkezlerinin dışına yapılan, otel ve AVM benzetmeleriyle yüceltilen devasa inşaat projeleri ve bu projelerin verimsizliği üzerine bilimsel raporlara meydan okuyan sermaye unsurları, öbür yanda bu hastanelere sadece taşıt yolu sağlamak için bile kentin tarihi ve yeşil alanlarının katledilişi. Şehrin çekirdeğinde yer alan tarihi hastanelerin bu yapılara hasta ve personel sağlamak uğruna kapatılışı, aynı hasta ve personelin ulaşımı zor ve masraflı binalara mahkum edilişi. Bu hastanelerin yapım ve hizmetlerini gerçekleştiren şirketlere verilen 25 yıllık kira ve %70 yatak doluluk garantisi sözleri, açıklanmayan sözleşme içerikleri, ulaşılamayan sağlık verileri. Bu gidişata karşı çıkan meslek örgütleri ise süreç boyunca sağlıkta gelişme ve modernleşmenin önündeki köhne zihniyetlerin savunucusu, sağlıkta verimliliğin düşmanı engeller olarak gösterildi.

Bir ülkenin sağlık hizmetleri planlanırken izlenecek yol açık; herkes için ulaşılabilir, eşit, parasız ve nitelikli sağlık hizmetini sağlamak. Bu yolun temelini döşeyen unsur ise sağlığın temel bir hak oluşu ve sağlık hizmetinin kamu eliyle sağlanma “mecburiyeti”. Bugün sağlık çalışanlarının eylemlerinde usanmadan dile getirdikleri ve yurttaşların her geçen gün sağlık hizmetine erişirken yaşadıkları zorluklar ve imkansızlıklarla tecrübe ettikleri şey ise hastanelerin şirket, hastanın müşteri, sağlık emek gücünün ise ucuz iş gücü haline getirilmek istendiği bir tablo. Üstelik pandeminin ağırlığını inkar edilemeyecek biçimde su yüzüne çıkardığı bir tablo bu.

Cumhuriyet tarihi boyunca sağlık emek gücünü, sağlık hizmetlerini ve sağlık kurumlarını önceleyen ve geliştiren bir ülke, Cumhuriyetin yeni yüzyılına açık ve gizli özelleştirmelerden nasibini alan bir sağlık yapılanması ve sağlıkta şiddetin vahşeti gölgesinde hazırlanıyor. Bu noktada sağlık hakkı tehlikede olan tüm yurttaşlar için savunulması gereken yol, sağlık politikalarında baştan ayağa toplumun sağlığını önceleyen halk sağlığı bakış açısı ve yeniden kamucu, eşit ve adil sağlık hizmetlerinin oluşturulması olarak karşımızda duruyor.