Sağlık ve onur esirgenemez

EMILY SCURRAH

İngiltere’de bulunan Hays Travel isimli seyahat şirketi, Covid-19 test ve filyasyon takip işlerini yürütmek üzere İngiliz hükümetinden ihale aldı. Geçtiğimiz hafta basında yer bulan haberlere göre, şirkette alınan son kararlar çağrı merkezi çalışanlarının yeme, içme gibi temel ihtiyaç molalarını altı saatlik vardiya için 10 dakikaya indirdi ve bu molanın ücretli çalışma saatlerine dahil edilmeyebileceği duyuruldu. Bu tür haberler üzücü ve sinir bozucu olsa da, çağrı merkezlerinde benimsenen çalışma koşullarına aşina olanları hiç de şaşırtmıyor. Bu sektörde faaliyet gösteren birçok işveren, işçi hakların bakımından adeta ‘dibe doğru yarış’ içinde.

ÇAĞRI MERKEZLERİ SÖMÜRÜ MERKEZİ

Kurum içinde paylaşılan yönergelere göre çalışanlar, ihtiyaç molası almadan önce ekranlarında ‘mola’ seçeneğini işaretlemek zorundalar. Bu tip sektörlerde çalışana hiçbir özgürlük alanı tanımayan çalışma kültürüne dair iyi bir örnek… İşverenlerin çalışanları istilacı yöntemlerle denetlediklerine dair haberleri sık sık işitiyoruz. İşveren çalışandan düzenli sağlık raporları ya da biyometrik veri dahi talep edebiliyor. Bu tür uygulamalar işverenin mutlak güvensizliğini teşhir etmenin yanı sıra insanların onurlu yaşam hakkından azade birer makine olarak görüldüklerini ele veriyor.

Çağrı merkezi sektöründe yapılan iş son derece tekerrürlü. Sektörde personel değişim oranının diğer sektörlere kıyasla yüksel olmasını kısmen bununla bağdaştırabiliriz. Buna karşın çalışandan talep edilen çalışma standartları son derece sıkı. Aramalar daima takip ediliyor. İşinizi korumak istiyorsanız dahi sürekli yüzde yüz kapasiteyle çalışmanız bekleniyor. Telefonda konuşmanın fiziksel ve zihinsel yıpratıcılığı görmezden geliniyor. Çağrı merkezinde yapılan işin niteliği yalnızca rakamlarla ifade ediliyor. Ortalama telefon görüşmesi süresi, yapılan görüşme adedi, görüşmelerin çıktılarına dair ölçütler... Hata payı, ya da ‘insanlık payı’ asla bırakılmıyor.

İŞÇİLERE DÖNÜK PSİKOLOJİK BASKI

Bu dayanılmaz baskı ortamının üstüne bir de maruz kaldıkları sözlü kötü muamele ekleniyor. İşçilerin maruz kaldıkları duygusal stresin kendilerinden beklenen hedefleri tutturmalarını güçleştirdiğine şüphe yok. Test ve filyasyon takip aramalarının gergin bağlamı, insanlara telefonda satış yapmaya çalışan çağrı merkezlerinin işinden pek de farklı sayılmaz. Halbuki çalışan üzerine yüklenen beklentiler bunların hiçbirini hesaba katmıyor. Bu tür bir ortamda çalışmanın neye benzediğinin ipuçlarını araştırmacı Jamie Woodcock’tan edinmemiz mümkün. Woodcock araştırması için bizzat bir çağrı merkezinde çalışmıştı ve kağıda döktüğü anıları arasında çocuğunu kısa süre önce lösemi dolayısıyla kaybeden bir müşteri ile yaptığı görüşme vardı. Görüşmede ‘standart senaryonun dışına çıktığı’ için patronu tarafından azarlanmış, ‘kolay bir satışı’ kaçırmakla suçlanmıştı.

HER HAREKET TAKİP ALTINDA

İşçilerin bu denli yakından izlenmesi, evden çalışmanınyaygınlaşmasıyla ev içine taşınmışa benziyor. Çalışanların canlı videolar ile izlenmesi giderek sık işitilen bir uygulama haline geliyor. İşverenin kullandığı takip yazılımı her beş dakikada bir fotoğraf çekiyor ve yapay zeka tabanlı takip sistemi ‘davranış kuralları ihlali’ tespit ettiği takdirde işvereni bilgilendiriyor. Bu tür baskıcı takip yöntemlerine razı olmayan işçiler ise bazen derhal işten kovuluyor. Bu tür şirketlerde, işçileri üzerinde adeta ‘mülkiyet hakkı’ varmış gibi bir yaklaşım gözlemliyoruz. Bu yaklaşım çalışma saatlerinin de dışına çıkıyor ve çalışanların tüm yaşamına yayılıyor.

TUVALET MOLASI BİLE ENGELLENDİ

İşçileri, işi yaşamlarındaki diğer her şeyin önüne koymaya zorlayan bu çalışma kültürü, Covid-19 test ve filyasyon takip görevi yapan çağrı merkezi çalışanları için bilhassa manidar bir hal alıyor. Küresel sağlık krizinin yönetilmesinde rol oynayan bu kişiler, bedeli kendi sağlıkları ile ödüyorlar. Bu tür bir çalışma ortamında sağlık, çalışmanıza elverdiği ölçüde önemli sayılıyor. Düzenli molalar alarak beden sağlığınıza özen göstermeniz, sağlıklı bir öğün hazırlamaya yetecek bir öğle arası vermeniz işveren nezdinde karşılık bulmuyor. Temel bedensel işlevlerimizin kapitalist düzende tahakküm altına alınması çağrı merkezlerinin çok ötesine geçen bir olgu. Bunu şehir planlarında dahi görebiliyoruz. İşçilerin tuvalet molası vermesinin engellenmesi, şehirde umumi tuvalet bulamazken her bir köşenin kâr üretecek şekilde planlanmasına benziyor.

Bu tür acımasız çalışma koşulları deşifre olduğunda, sendikal faaliyetlerin son birkaç on yıldır düşüşte olması şaşırtıcı olmaktan çıkıyor. Pandemi sonrasında bazı iş alanlarında bu eğilimin değiştiğini görüyoruz fakat genel tablo halen muallak. Çağrı merkezlerinde sendikal faaliyetler bilhassa zor çünkü kişiler bu tür işlerde uzun süre çalışmıyor ve işin bireysel doğası iletişim, paylaşım ve örgütlenmeyi zorlaştırıyor. Neticede, test ve filyasyon takip merkezlerinde çalışan kişilerde gördüğümüz gibi ihtiyaç molaları dahi tehlikeye giriyor.

GÜVENCESİZLİĞE KARŞI ÖRGÜTLENME ŞART

Maalesef bu sektörün çalışanlarını istisna sayamıyoruz. Unite isimli kuruluşun yaptığı araştırmaya göre çağrı merkezlerindeki iş sağlığı ve güvenliği koşulları finansal hizmetlerde de oldukça kötü. Çalışanların daha iyi çalışma koşulları talepleriyle örgütlenmesi önemli. İş başına ödemeye dayalı güvencesiz çalışma ya da ‘fast food’ sektörü gibi bazı zorlu sektörlerde işçilerin yaratıcı yöntemlerle örgütlendiklerini görüyoruz. Salgın döneminin ürkütücü hikayeleri işçi temsilcileri tarafından teşhir edilebilir ve işçilerin örgütlenmesi teşvik edilebilir. Koşulların işçilerin aleyhine şekillendiği şüphesiz. Fakat bir nokta çok önemli: Mücadelesini yürüttüğümüz şey temel insan sağlığı ve onuru.

Tribune Mag'den çeviren Fatih Kıyman