Google Play Store
App Store
Sağlıkçılar neden hayır demeli?

KONUK YAZAR: Sinem Özşahin Kılıç - Hekim

AKP’nin 15 yıllık geçmişinde ranta açtığı, talan ettiği en önemli alanlardan biri de sağlık.
Herkese eşit, ücretsiz, nitelikli, ulaşılabilir olması gereken sağlık, temel insan hakkıdır. Yaşam hakkı gibi sahip çıkılmalıdır. Sağlık Bakanlığı artık elini eteğini sağlıktan çekmekte, "Hizmet üretimine karışmam" deyip piyasa haline getirdiği sağlık hizmetlerinin denetlemesi ve düzenlemesinde rol almaktadır. Sağlık sisteminin maruz kaldığı bu dönüşüm, hem sağlık sunumunda yer alan hem de bizzat hizmeti alan herkeste hak kaybına sebep olmuştur. Kısacası hem sağlık çalışanı hem de hasta mağdur edilmiştir.

»Koruyucu sağlık hizmetleri
Sağlıkta Dönüşüm Programı ile sistemin en önemli basamağı olan koruyucu sağlık hizmetlerine müdahale edilmiş, bu hizmetler yeniden örgütlenmiştir. Sağlığın tanımında var olan ‘Sadece hastalık ve sakatlık durumunun olmayışı değil, kişinin bedenen, ruhen ve sosyal yönden tam bir iyilik halidir’ ilkesine zeval gelmiştir. Birinci basamak, piyasacı anlayışla dönüştürülen sağlık sisteminin bir parçası olmuştur. Öyle ki son zamanlardaki aşı tartışmaları da göz önüne alınırsa koruyucu sağlık hizmeti alamamak değil, ana baba rızası olmadan aşı yapmak hak ihlali (!) olmuştur.

»Dinci politikalar ve üreme sağlığına müdahale
Hükümet politikalarının temel belirleyicileri 15 yıldır ekonomik anlamda özelleştirme ve siyasi alanda gericileşme olduğu için, sağlık alanı bu ikisinden de payına düşeni almaktadır. Dinci gerici politikalar, her alanda olduğu gibi sağlıkta da yeniden üretilmektedir. Doğum kontrol yöntemlerine ulaşımın engellenmesi, kürtajın yasaklanmasına dönük girişimler, aşı karşıtlığı, hastanelerde imamların görevlendirilmesi, peygamber tıbbı kongreleri, manevi şifa merkezleri gibi her geçen gün duyduklarımıza yenisi eklenen uygulamalar, yaşanan dönüşüme bir çırpıda verilebilecek örneklerdir.
Bu durumun olası sonuçlarını öngörmek zor değildir. Kürtajın yasaklanması ayrı, doğum kontrolünün ‘çağ dışı’ olarak nitelendirilmesi ayrı kötü sonuçlar doğuracaktır. Zira kadın ya da erkek her insan, istediği çocuk sayısını belirleme ve hangi aralıklarla çocuk sahibi olacağına karar verme hakkına sahiptir. Aile planlaması yöntemleri yaygınlaştıkça; isteğe bağlı düşük/ kürtaj giderek azalmıştır. Gebeliği yüzde yüz oranında önleyen bir yöntem henüz yoktur ve bu nedenle, her kadın gerektiğinde kürtaj hizmeti alabilmelidir. Kadınların gebelikten korunma isteklerinin karşılanmaması; istenmeyen gebeliklere ve artmış gebelik sonlandırma taleplerine, yani artmış kürtaj başvurularına yol açar. Kürtajın yasaklanması, kürtaj sayılarını azaltmayacağı gibi kadınların sağlıksız koşullarda ehliyetsiz kişilere başvurarak, bazen de kendi kendilerine uyguladıkları, sağlık için çok tehlikeli olabilecek yöntemler ile düşük yapmalarına, hatta bu yolla ölümlere bile neden olabilecektir. Bu durum sağlığın dinselleştirilmesine ek olarak halk sağlığı açısından büyük tehdit oluşturmaktadır.

»Sağlıkta dönüşümün 3’üncü basamağa etkileri
Üniversite hastaneleri Sağlık Bakanlığı adı altında yeniden yapılandırılmaktadır. Biri bitmeden yenisi yapılan tıp fakülteleri, sayısı dağları aşmış tıp öğrencileri, yetersiz altyapı ile açılan binalarda niteliksiz bir tıp eğitimi alınmasına sebep olmakta, bu konuda sağlık örgütlerinin her türlü uyarısına kulak tıkanmaktadır.

Bütün bunlar yetmezmiş gibi bir de son zamanlarda ‘sağlık bilimleri üniversitesi’ diye bir şey karşımıza çıkartılmıştır. Eğitim-araştırma hastaneleri, bir gecede üniversite hastanesi oluvermiş, üniversite hastaneleri ve tıp fakülteleri Sağlık Bakanlığı’na devredilmiştir. Ve elbette ki kadrolaşma için eşi bulunamayacak bu fırsat sonuna kadar kullanılmaktadır, zira sağlık bilimleri üniversitesi kamu üniversitesi olmasına rağmen bir mütevelli heyeti tarafından yönetilmekte, hesap sorulamayan bir işleyiş icat edilmektedir.

»Yap, işlet, hasta et! Ve şehir hastaneleri
Birinci basamağı daha iyi hale getireceği iddiasıyla başlayan Sağlıkta Dönüşüm Programı’nın nasıl bir koruyucu sağlık hizmeti anlayışına sahip olduğundan yukarıda da bahsedilmişti. Bu sistem, hasta olmaktan koruma kârsız olduğundan, hasta edilen milyonların tedavisi planı üzerine inşa edilmiştir. Kişi başına hekime başvuru sayısı yıllar içinde katlanmış, hastane inşaatları diğer tüm kamusal alanlardaki inşaatlar gibi sınırları zorlamış, sağlık tüketimi de bir o kadar haddini aşmıştır.
Sağlıkta dönüşümün son sürpriz yumurtası olan şehir hastaneleri için Bakanlık, karşılama elemanlarıyla karşılanacağımızı, arabamızı valenin teslim alacağını vadetmektedir! Özel şirketlere yüzde 70 doluluk oranı garantisi verilen şehir hastanelerine başvurmayı tek çare haline getirmek için başımıza getireceklerini tahmin etmek zor değildir. Kamu-özel ortaklığı denilip önümüze sunulan, kamuyla yakından uzaktan ilgili olmayan sistemin bir parçasıdır şehir (dışı) hastaneleri. Devletin ciddi maliyet ile ihaleye sunduğu araziler, şirketler tarafından bina haline getirilmekte, tabii hastane donanımı için de kaynaklar oluşturulmakta ve nihayetinde hasta başı kazanılan para da şirkete kâr olarak ödenmektedir. 25 yıl sonra ortada hâla bir hastane varsa yeniden devlete devredilmesi planlanmaktadır. E hani nerede valeler, karşılama elemanları? Otelcilik hizmetleri, AVM’ler, otoparklar… düşündükçe ellerini ovuşturup salyalarını akıtan, bu sistemden tek kârlı çıkan ihaleleri kapmış olan şirketlerdir. Kârı şirketler almaktayken devletse bu şirketlere çekici görünmek için yüzde 70 doluluk oranı garantisi yanında hazine garantisi de vermektedir.

Devlet şirketlere bu kadar para öderken bu sistemi nasıl ayakta tutacak sorusunun ne kadar haklı bir soru olduğunun kanıtı, Sayıştay raporu tarafından gayet iyi özetlemekte: Devlet hastaneleri borçlu… Finansman da benzer. Bu sisteme de bir gelecek biçmek tamamen hayal ürünü olur.

Genel sağlık sigortası, katkı payı, fark ücreti derken sağlığa ödenecek paralar tamamlayıcı sağlık sigortası ile daha da çeşitlendirilmektedir. 5 milyon kişi borçlu. Ama neyse ki artık herkes istediği hastaneye gidebiliyor (istediği hastaneye borçlanabiliyor!). Bu arada vatandaşın şehir içindeki hastanelerin bir bir kapandığını görünce şehir (dışı) hastanelerine müşteri olmaya mecbur kalacağı günler uzağımızda değil.

»Çalışanlar
Peki ya sağlık çalışanları? Kurumlar finansman derdine, kâr derdine düştüğüne göre biz de nasibimizi alacağız bu işten. Daha fazla tetkik istemeye zorlanacağız. Daha fazla hasta bakmamız istenecek. Hâlihazırda performans sistemi ile başımız belada. Daha fazla hasta, daha az muayene süresi demek. 5 dakikadan kısa sürede yapılacak muayenede ne yapılabilirse işte. Belki anamnezin bir kısmı öğrenilebilir. Fizik muayene? Zaman yok, MR var, BT var. Sağlıkta kalite yok.
Kapıda bekleyen hasta kuyruğu, 5 dakikadan kısa sürmesi gereken muayeneler; tatmin olmayan, derdine çare bulamayan hasta; televizyonda, radyoda her seferinde sağlıkçıyı yerin dibine sokan, emeğini değersizleştiren bir hükümet… Şiddet de sonunda kaçınılmaz oluyor.

OHAL, KHK’lar, ihraçlar… Listeler her geçen gün daha da uzuyor.

Kapanan laboratuvarlar, eğitimin aksadığı okullar, tıp fakülteleri, özlük haklarının kaybı... Tüm bu yaşananlar sağlık sunumunda aksamaya sebep olmakla beraber, hizmetin sürekliliğini ve niteliğini de olumsuz etkilemektedir.

Bu, 15 yıl içerisinde başımıza gelenlerin bir özeti diyelim. Konusu geçmeyen ama eninde sonunda sağlıkta dönüşümün bir parçası olan olumsuzluklar daha da mevcut. Sağlığı bir kenara ayırırsak eğitim gibi birçok toplumsal alanda da aynı politikaları izleyenler, bu kadar şeye sebep olmamışlar gibi bir de referandum sürecine sürüklüyorlar. Varsın sürüklesinler, biz verecek cevabımızı biliyoruz.

Satılık değil de hak olarak görülen bir sağlık için, vatandaşı müşteri gözüyle değil hasta olarak gören ve eşit, ücretsiz, nitelikli, ulaşılabilir bir sağlık sistemi için piyasacı anlayışa HAYIR diyoruz.

Nitelikli tıp eğitimi yerine kaynakların savaşa ayrılmasına, akademisyenlerin kıyıma uğratılmasına, akademik değerlerin yok edilmek istenmesine HAYIR diyoruz.

Sağlıkta dönüşüme, emekliliğe yansımayan ücretlendirmeye, sağlıkta şiddete HAYIR diyoruz.

Müşteri memnuniyeti diye pazarladığı ancak gözünü vatandaşın cebine dikip hasta ettiği, müşteri ettiği şehir hastanelerine HAYIR diyoruz.

Denetimsiz, hukuksuz, ben ne istersem yaparım diyenlere, tek adam diktatörlüğüne HAYIR diyoruz.

Bu ülkenin yurttaşları olarak, ırk, dil, din, inanç, cinsiyet, etnisite gözetmeksizin düşüncelerimizi özgürce ifade edebilmemize engel olanlara HAYIR diyoruz.

Laik ve demokratik bir ülkede yaşamak istiyoruz. Bütün bunlar yüzünden Anayasa değişikliğine tabi ki HAYIR diyoruz!