Özellikle sosyal medyada AKP iktidarını dindarlık üzerinden eleştirenler çok ciddi sayıda takipçiye sahip. İktidar ve avanesinin dindarlıklarının sahiciliğini sorgulayan ve eleştiren kanaat önderlerinin yazıları, yorumları çok okunuyor, çok alıntılanıyor. Ara sıra televizyon programlarına çıktıklarında diğer katılımcılar onları huşu içinde dinliyor, onaylıyor, destekliyorlar.

İktidarın dindarlığını sahicilik üzerinden değerlendiren bu kanaat önderleri en çok Kuran’dan alıntılarla eleştirilerini biçimlendiriyor. En çok kullanılan tema mülk düşkünlüğünün sahici bir Müslüman’ın kaçınması gereken bir ‘günah’ olduğu yargısı.

Kanaat önderleri bir nevi dinin ahlak bekçisi pozisyonunu benimsemiş durumda. Kendisini dindar kabul edenlerin söz ve eylemlerinin dine uygun olup olmadığını denetleyip karar veriyor.

Buraya kadar olup biten doğal, sıradan kabul edilebilir aslında. Her ideolojinin kendi içinden çıkıp uygulamaları denetleyen, onaylayan bekçileri olabilir. İdeoloji içinde sen daha doğrusun ben daha iyiyim, bu sözün uygun bu davranışın değil gibi tartışmalar olabilir. Kendisini dindarlık üzerinden tanımlayanların da bu tartışmalara girmelerinde aralarında anlaşmazlık olmasında bir gariplik yok.

Ancak söz konusu  güncel ahlak bekçilerinin en büyük izleyici kitlesinin o ideolojik grup içinden olmaması biraz tuhaf değil mi? Çok kaba bir genelleme ile ‘laik’ olarak tanımlanabilecek kişiler dindar ahlak bekçilerinin en büyük izleyici kitlesini oluşturmuş durumdalar.

Ahlak bekçilerinin iktidarın dindarlığının sahiciliğini sorguladıkları yazılarını en çok laiklerin okumasında aslında bir zavallılık var.

Bu çaresizlik hali çok temel bir yanlışa dayanıyor.

İlkin iktidara oy veren ve kimsenin bir türlü neden ona oy verdiklerini anlamadıkları ‘geniş halk yığınlarının’ karar verme sürecinde iktidarın dindar olmasının temel etken olduğu yanlış inancı. Sanki ‘halk’ AKP’ye dindar olduğu için oy veriyor da işte AKP’nin dindarlığının sahici olmadığı iyi anlatılabilirse halk ona oy vermezmiş gibi. Hem maalesef hem de aslında kaçınılmaz olarak CHP de aynı fikre sahip.

Halkı ‘uyandırıp’ dindarlık yalanını açığa çıkarabilseler AKP’nin foyası meydana çıkacak ve oyları tepetaklak olacak sanılıyor. Ne hazin bir siyasi analiz ne acınası bir politik strateji!

Bu bakış açısında hem toplumsal değişimin ruhunu okuyamamak ve hem de bu değişim karşısında hissedilen çaresizliğin rolü var.

Bir an için bu okumanın doğru olduğunu varsaysak son iki seçimde AKP’nin oylarının Saadet ve HAS Partiye gitmesi gerekmez miydi? Hele HAS parti özellikle ahlak ve samimi dindarlık üzerinden kurmuştu seçim stratejisini ve ‘fos’ çıkmış, toplumda bir karşılığı olmamıştı.

Toplumun AKP’ ye oy vermesinin sahici dindarlığından değil tam da tersine din pazarlaması yapmasından kaynaklandığını görmeden bu denklemin çözülmesi zordur. Türkiye’de birey 1980’lerden bu yana  hızla ve istikrarlı bir şekilde “kapitalist birey” e doğru dönüşmekte. Bu dönüşüm sürecinin örtüsü din ve din bu haliyle, vahşi kapitalizmin bireye dayattığı yeni ahlaka uyum sağlarken kullandığı bir tampon mekanizmadan başka bir araç değil.

Türkiye’de Kemalist Cumhuriyet’in bastırdığı halkın dini geri gelmedi ki, kapitalizme geçiş sürecinin vahşeti ancak dinle teskin edilebilirdi. Öyle de oldu. Önemli bir fark da ortaya çıktı. Artık hakkaten sahici dindar tarihin mezarlığına bir daha dirilmemek üzere defnedildi.

Şimdi iktidarın dindarlığı ne kadar ‘taklitse’, halkın dindarlığı da o kadar ‘sahte’.

Bu değişime dindarlar arasındaki ‘ahlaklıların’ ağıt yakmalarında bir tuhaflık yok. Yok ama aslında zaten laik olması gerekenlerin sahici dindarlıkla teselli bulmaları hazin, hem de çok hazin.