Rabinowitch’in yıktığı mitlerin başında hem dostun hem düşmanın (bkz. H.B. Kahraman) kabul ettiği Bolşeviklerin tekrenkliliği ya da (sım)sıkılığı mevzuu geliyor

Şahin Alpay, Hasan Bülent Kahraman ve Alexander Rabinowitch

FERİT BURAK AYDAR*

İnsanların aklına Lenin dendiğinde, Rusya Devrimi dendiğinde çoğu basmakalıp birçok düşünce geliyor olabilir; gayet de normal. Yirminci yüzyılın ikinci yarısında münhasıran bu işe ayrılmış, merkezi ABD olan ciddi bir dezenformasyon birimi vardı. Bu merkezle sınırlı kalmayan Soğuk Savaş ideolojisi sadece Lenin biyografisi alanında 2 binden fazla çerçöp üretmeyi başardı. Bunların ezici çoğunluğunu bugün bizim gibi Lenin’le özel olarak ilgilenen insanlar göz gezdirmek için bile eline almıyor.

Fakat bu vahim durum basmakalıp ve yanlış fikirlerin tahtını sallandırmıyor, tıpkı insanın müseccel bir hırsız ve kâtil olmasının saltanatını sonlandırmaması gibi. Bilgi kirliliğinde okuma oranlarının sadece Türkiye değil, dünya genelindeki düşüklüğü ciddi bir etken; zaten burjuvazi de bunu bildiğinden akademik alanı ders kitabı formatında "kaliteli” ürünlerle doldurmuş durumda: Her konuda asli kaynaklara inmeden okuyabileceğiniz ve meseleyi anladığınızı düşünebileceğiniz homeopatik dozlarda kitaplar mevcut.

Ama esas mesele okuma oranlarının düşüklüğünden ziyade, ne okunduğu. Örneğin Türkiye’de bir şeyler okuduğundan şüphe etmeyeceğiniz iki insanı ele alalım: Şahin Alpay ve Hasan Bülent Kahraman. SSCB yıkılıp Doğu Bloku dağıldıktan sonra arşivlerin açılmasıyla birlikte yeni belge ve bilgilere ulaşma furyasına Soğuk Savaş tarihçileri de büyük ilgi göstermiş ve en azılı gericilerden biri olan Richard Pipes "Bilinmeyen Lenin” adında (Yale, 1996) Lenin’in bütün bilinen özelliklerini "Lenin diktatördü” izleği hatırına sıraladığı (ve akabinde akademik dergilerde alay konusu edildiği) bir kitap yayınlamıştı. Şahin Alpay da, bir şey bilmediğinden, o dönem bu kitabın üzerine atlamış, Milliyet’teki köşesinde ne kadar harcıâlem fikir varsa sıralamıştı. Keza birkaç yıl önce de Hasan Bülent Kahraman da bütün nesnel tarihyazımını, son çeyrek asırda kendini akademik dünyada kabul ettirmiş Rusya Devrimi tarihçilerini hiçe sayarak Soğuk Savaş klişelerini tekrarlayan bir yazı ("Kemalizmin Leninist Kopuşu”) yazmıştı. Kahraman’ın yazısının farkı, Bolşeviklerin (kendince) üstün özelliklerini anlatırken bile klişelerden kurtulamamasıydı. Başka bir deyişle, ikisi de yazını takip etmek yerine, miras alınmış ideolojiyi yeniden üretmişti.

Fakat Türkçe bilen okurun bunlardan etkilenmek ya da medet ummak için artık hiçbir bahanesi yok. Yordam Kitap birkaç yıl içinde Alexander Rabinowitch imzalı üç şahane kitap bastı. "Benim öyle çok vaktim yok, bir sürü şey okuyamam” diyenler için konuya dair asli birçok hususun anlaşılmasını sağlayacak üç temel eser bunlar: Devrime Doğru: Petrograd Bolşevikleri ve 1917 Temmuz Ayaklanması (çev. Serpil Pehlivan), Bolşevikler İktidara Geliyor: Petrograd’da 1917 Devrimi (çev. Levent Konyar), Bolşevikler İktidarda. Petrograd’da Sovyet Yönetiminin İlk Yılı (çev. Hakkı Başgüney, Can Saday ve Nihan Elmas).

Rabinowitch ilginç bir karakter. Soğuk Savaş döneminde ABD’de (esasen Indiana Üniversitesi’nde) bağımsız bir bilimci olarak çalışmak gibi büyük bir iş başarmış. Aynı dönemde nesnel tarihçilik yapan Rex A. Wade’le birlikte alanının en iyilerinden, tabii selefleri E. H. Carr’ı da unutmamak lazım. Üçünün de ortak özelliği sosyalist hareketin dışından isimler olmaları ve akıntıya karşı yüzerek tarihin olgularını kendilerinin ya da emrine girdikleri kişilerin Prokrustes yatağına uydurmamaları. Bu açıdan Alpay ve Kahraman’dan ayrılıyorlar.

Rabinowitch’in yıktığı mitlerin başında hem dostun hem düşmanın (bkz. H.B. Kahraman) kabul ettiği Bolşeviklerin tekrenkliliği ya da (sım)sıkılığı mevzuu geliyor. Birçok efsane gibi bu da haklılık payı kazanmasını sağlayan nesnel bir zemin üzerinde yükseliyor: Bolşevikler gerçekten de sağlam, kenetlenmiş bir parti kurmuşlardı. Fakat sanılanın aksine bu parti Zeus’un kafasından tam teşekküllü şekilde fışkırmış bir Athena değildi. Lenin’in partisi organik bir varlıktı ve Rabinowitch’in odaklandığı 1917 yılının ikinci yarısında ve 1918’in başlarında bile yoğun tartışmalardan görülebileceği üzere bu canlının gelişimi devam ediyordu.

Bununla ilişkili olarak, Lenin’in partisi aslında gayet demokratikti. Daha 1903 yılından itibaren Martov, Plehanov gibi Rus muarızlarının yaydığı efsane 1945 sonrasında (Sovyet bürokrasisinin de kendine özgü niyetlerinden ötürü zımni desteğiyle) iyice geliştirilmişti. Buna göre Menşevikler açık, katılımcı, demokratik vb. bir örgütlenmeyi savunurken; Lenin elitist, bürokratik, tektip ve komplocu bir parti anlayışına gönül vermişti. Rabinowitch bu yalanı da ifşa eder ve Bolşevik Parti’de farklı seslerin bastırılmak şöyle dursun, çoğu zaman Lenin’i azınlıkta bıraktığını, dahası Lenin’in ölümünden sonra yerleşen gelenekten farklı olarak, muarızlarını asla cebir yoluyla saf dışı bırakmadığını ortaya koyar. Gerçekten de partideki çok seslilik ve renklilik ölümüne kadar devam eder; öyle ki, Lenin’in "1917 Yazıları”nı (Agora Kitaplığı) inceleyen okur, kendisinin kongre veya konferanslarda yoldaşları tarafından defalarca alaya alınacak kadar eleştirildiğini gördüğünde şaşıracaktır – bir diktatör için fazla esnek bir tutum!

1917’nin yüzüncü yıldönümü yaklaşıyor; yirminci yüzyılın seyrini en çok etkilemiş hadise olan Sovyet Devrimi’ni öğrenmek için iyi bir vesile. "Bunlar geride kaldı, eski defterler” demek için bile okuyup öğrenmek daha doğru ve bu açıdan Rabinowitch üçlemesi şahane bir başlangıç.

* Boğaziçi Üniversitesi Yayınları editörü, Çevirmen