Anayasa tartışmalarını ve iktidarın baskıcı uygulamalarını değerlendiren Prof. Dr. Şule Özsoy Boyunsuz, “Cumhurbaşkanının şahsı devlet yerine ikame edilmeye çalışılıyor” dedi. Boyunsuz, “Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana var olan hemen tüm kurumlar yıkılıp yerlerine kurumsallaşma ve kalıcı olma becerisi çok düşük yapılar getirildi” ifadelerini kullandı.

Şahıs devletinin ikame çabası

Berkay SAĞOL

Yeni anayasa tartışmaları gündemde yerini korurken iktidarın mevcut anayasayı uygulamamasına yönelik tepkiler de sürüyor. Yeni anayasa sürecini ve iktidarın baskıcı uygulamalarını Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Şule Özsoy Boyunsuz, BirGün’e değerlendirdi.

Boyunsuz, MHP’nin anayasa önerisinin demokratik rejim yaratmayı değil, mevcut otoriterliğin dozunu artırma amacı taşıdığını söyledi.


ANTİDEMOKRATİK DAYATMA

MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin 100 maddelik yeni anayasa önerisi tartışmalara neden oldu. Buna AKP’den gelen ‘olumlu’ yaklaşımı nasıl değerlendiriyorsunuz?

MHP’nin önerisini, demokratik anayasa yapıcılığı koşullarına uygun bulmadım. İdeal yöntem, toplumun tamamını temsil eden bir kurucu meclis oluşturulmasıdır. Yahut mevcut kurulu yasama organı içinde temsil adaletine riayet edilerek farklı partiler bir komisyon içinde buluşurlar. Önemli nokta farklı toplumsal kesimlerin talep, istek ve bakış açılarını yansıtabilmeleridir. Ardından görüşme ve karar usulü benimsenmelidir. Toplumun yüksek çoğunluğunun katılımı ve rızasını sağlama amacı doğrultusunda görüşme, müzakere usulleri ve nitelikli bir karar çoğunluğu ile çalışan bir kurucu irade tesis edilir. Partilerin, “Bu benim anayasam” diye ortaya çıkmaları zaten usul olarak uygun değil.

Ayrıca demokratik bir anayasa yazabilmek için vatandaşlarca temel medeni ve siyasal hakların kullanılabiliyor olması gerekir. Ancak bu haklarını etkili şekilde kullanabilen bir toplum, gerçekten siyasal sözleşme niteliğinde demokratik bir anayasa yazabilir. Türkiye ise uzunca bir süredir anayasal hakların ve hukuk devletinin askıda olduğu keyfilikle yönetiliyor.

MHP’nin önerisi anayasadaki mevcut temel haklara dahi riayet edilemeyen bu ortamda daha geniş bir özgürlük alanı yaratmayı ya da istikrarlı bir demokratik rejim yaratmayı değil, mevcut otoriterliği tahkim ve dozunu artırmak amacını hedefliyor görünüyor. Bu anayasa taslağı, yukarıda açıkladığımız demokratik anayasa yapıcılığı zemininden yoksundur. Toplumun bir kesiminin hele de azınlıktaki bir kesiminin (AKP-MHP koalisyonu) demokratik olmayan yöntemlerle dayattığı ve şimdi de tahkim etmeye çalıştığı otoriter devlet modeli kalıcı olamayacaktır. Türkiye neopatrimonyal, rekabetçi otoriter bir rejimin üst yapısını kurgulayan 2017 değişiklikleri sonrası şiddetli bir kötü yönetim buhranı yaşıyor. Mevcut otoriterlik, bir tür polis devleti yaratmış durumda. Burada aslında içinde bulunulan, siyasi sadakati kamu kaynakları ile satın alan, dolayısıyla şiddetli kamu kaynağı yağması doğuran, kişiselleşmiş, kamu yönetiminde liyakati dışlayan, yargı dahil tüm kamusal hizmetleri siyasal sadakat karşılığı sunan bir devlet modeli. Sadece devlet mekanizmasını, bilhassa yargıyı araçsallaştırarak itiraz edeni baskılama, cezalandırma imkânı kalıyor elde. Bunu da son derece keyfi bir zeminde kullanıyor mevcut iktidar koalisyonu. Ancak bu durum içinde bulunulan kötü yönetim buhranını daha da arttırıyor.

sahis-devletinin-ikame-cabasi-874091-1.

Mevcut Anayasa’ya bile uymayan iktidarın yeni anayasa talebindeki çelişkiyi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Çoğulcu, özgürlükçü, demokrasi getirecek ve demokratik olarak yapılmış bir anayasa projesi değil bu. Anayasa’yı çok kapsamlı biçimde değiştirmelerinin üzerinden daha iki yıl geçmedi. Ne oldu da hemen yeni anayasa gerekti? Neopatrimonyal otoriterlik ekseninde bu söylemi okursak, Türkiye’nin en azından bir miktar demokratik olduğu dönemlerden kalan anayasal haklardan ve Anayasa Mahkemesi’nden, Cumhurbaşkanı’nın iki dönem sınırı gibi kısıtlardan bütünüyle kurtulmak isteyen çevreler olabilir. Belki AKP içindeki kimi radikal unsurlar içi boşaltılan laiklik ilkesinden de tümüyle kurtulmak isteyebilir, rekabetçi otoriter rejimi bir tür teokratik totaliter dikta rejimine dönüştürmek arzusunda olabilirler. Ancak bunu anayasa değişikliği yoluyla yapamazlar.

Akla gelen bir diğer husus ise muhalefeti birleştiren güçlendirilmiş parlamenter sistem önerisi karşısında bir hamle yapmak, muhalif bloku dağıtabilmek için yeni anayasa kartını açmak oluyor. Bunun ne derece siyasi sonucu olabilir zaman gösterecek. Yeni anayasa demek aslında AKP’nin yeni ittifak/koalisyon ortağı arayışı demek oluyor. Başarısını pek olası bulmuyorum.

Nasıl bir yürütme ve kontrol sistemine ihtiyaç var?
2016 sonrası demokrasi tamamen can verdi. Rekabetçi, neopatrimonyal bir otoriterlik içine girdik. Otoriterlik dozu kötü yönetimin şiddetiyle artan bir sarmala girmiş durumda. Demokrasinin hayatta kalabilmesi için çeşitli kurumların varlığı gerekir: Çok partili hayat, ifade, örgütlenme, farklı kaynaklardan bilgiye erişme hakları, eşit vatandaşlık, adil ve özgür siyasi rekabet, güvenli seçimler gereklidir. Demokrasinin devamı bu kurumların güçlenmesine bağlıdır. Devlet gücü farklı organlar eliyle kullanılıp, tüm organlar kontrol edilip, güçleri dengelenmelidir, güç tek bir elde bırakılmamalıdır ki bir gün biri çıkıp bu kurumları tamamen yok edemesin.

***

Bir kişi güçlü, devlet ise etkisiz

Ülke yaklaşık 3 yıldır ‘başkanlık sistemi’ ile yönetiliyor. Bir tıkanma olduğu da net şekilde görülüyor. Bu üç yılda en çok nerelerde kayıplar yaşandı?
Hukuki-teknik boyutu açısından bakarsak, yasama-yürütme-yargı açısından ciddi değişimler olmuştur. Bu çerçevede organlar arasında hukuki yetki kaybını en çok yaşayan yasamadır, TBMM’dir. Yasama, denetim, temsil, müzakere, bütçe fonksiyonlarında önemli gerileme yaşamış, içinden hükümet çıkarma fonksiyonunu da tamamen kaybetmiştir. Yasama-yürütme arasındaki organ dengesi tamamıyla bozulmuştur. Yargının ise bağımsızlık ve tarafsızlık niteliklerindeki erime ve siyasallaşma süreci ivme kazanmıştır. Kontrol-denge araçları büyük oranda elimine edilmiştir. Bütünüyle adalet mekanizması bundan büyük yara almış gözükmektedir. İdare mekanizması açısından da getirilen tek kişilik yürütme ve tamamen ona bağlı bürokratik yapı yönetim becerisi ve liyakatte büyük kayıplara uğramıştır.

Basitçe söylersek Cumhurbaşkanı TBMM’nin yasama yetkisine ortak olmakta ve birçok konuda onu es geçerek tek başına işlem yapmaktadır. Hâlbuki yasanın meclisler tarafından yapılması demokrasinin bir gereğidir. Halk için güvencedir.

Bu sistem yarattığı keyfilikle beceriden uzak bir kural koyma hızına sahipken kuralları uygulamadaki tekçilikse etkili yönetimi baltalayan bir yavaşlığa neden olabilmektedir. Gözlemim önemli hiçbir konuda üst kademe yöneticilerin ki buna bakanlar da dahildir, inisiyatif almak istemedikleri yönünde.

Merkez devlet teşkilatının kurumsallaşması da yerle bir olmuştur. 2017 Anayasa değişikliği sonrası tüm kurumsal yapı kısa sürede ortadan kaldırılmış yerine Cumhurbaşkanı Kararnameleri ile oluşturulan ve teşkilat yapıları belirlenen bir merkez devlet teşkilatı oturtulmaya çalışılmıştır. Diğer bir deyişle, Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana var olan hemen tüm kurumlar yıkılmış, yerlerine ise kurumsallaşma ve kalıcı olma becerisi çok düşük yapılar getirilmiştir. Her cumhurbaşkanının, kararname ile yeniden kurabildiği ve içinde çalışan üst düzey yöneticileri yeniden belirleyebildiği bir devlet teşkilatı kurumsallaşamaz, etkili yönetim becerisine sahip olamaz. Her şeyin cumhurbaşkanına bağlandığı, şahsileştiği bir yapı bu. Devlet bir kurumdur. Kurumsallaşamadığında etkili yönetme becerisi zayıflar. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, bir kişiyi güçlendiren ama devleti etkisizleştiren bir mekanizma oluşturuyor ve biz bunun yansımalarını her gün hayatımızın içinde şu ya da bu şekilde deneyimliyoruz.

Sorunun ikinci açısı ise siyasal rejim boyutudur. Devlet gücüne erişimi ve bu gücün paylaşımını düzenleyen kurallara etkisidir. Cumhurbaşkanının şahsı devlet yerine ikame edilmeye çalışılıyor. İktidar şahsileşmiş. Bir sabah kalkıp ‘Sıkıldım tüm devlet teşkilatını yeniden kuruyorum, mevcut yöneticileri de kovuyorum’ diyebiliyor. Son kertede devlet teşkilatına ve daha pek çok konuya ilişkin kuralları koyan da uygulayan da ve hatta yargılayacakları büyük oranda belirleyen de aynı kişi oluyor ne yazık ki.

Türkiye iktidarın şahsileştiği, hukuka bağlı kurumsal yönetimin yerini aldığı, kuralın ne olduğunun kişiye göre değiştiği neopatrimonyal bir rejime dönüştü. Formel kurumların yanında onları geçersiz kılan enformel kurumlar belirdi. Hukuk kuralı bir şeyi yasaklıyorsa bu herkese eşit uygulanmıyor, kim olduğuna, kimi tanıdığına göre hukuk sana uygulanıyor veya uygulanmıyor. Devletteki küçüklü, büyüklü her makam siyasi sadakati satın alma aracına dönüşüyor. Bir işe o işi iyi yapacaklar erişemiyor. Dolayısıyla devletin ne parasal ne de insan gücü kamusal sorunları çözmek için kullanılmıyor. Bu yapılarda etkili yönetim mekanizması da haliyle oluşamıyor. Ayrıca neopatrimonyal örgütlenme pahalı bir mekanizmadır. Türkiye gibi sürekli bu çarkı besleyecek doğal kaynakları, olmayan ülkelerde bir süre sonra çark tıkanıyor. Kötü yönetim bu süreci hızlandırıyor. Sadakati satın alacak kaynaklar azaldıkça elde kalan ceza mekanizmasına abanıyor haliyle iktidarlar. Oysa kamu gücü kullanarak, baskıyla, zor ve ceza yoluyla ancak gidiş süreci hızlanıyor. Türkiye tam da bu dönemeçte duruyor. Kötü yönetimin etkileri pandemi sebebiyle artarak tahmin edilenin ötesinde şiddetli bir toplumsal travma ve kırılmaya neden oluyor.