Selen Gülün 8’inci albümü “Blue Band” ile dinleyiciyle buluştu. BirGün’e konuşan Gülün, “Yasakların hiçbir gerekçesi olamaz. Sahneyi basıyorlar, deli oluyorum. Müzisyenin kutsalıdır sahne, çekin ayağınızı oradan” diyor.

Sahnemizden ayağınızı çekin
Fotoğraf: BirGün

Işıl ÇALIŞKAN

Tutku, onun müziğiyle arasındaki görünmez bir bağ. Görünmez fakat elbette müziğine kulak verdiğinizde orada olduğunu hissedeceksiniz. Duyduklarınızla sizi rengârenk bahçelerde yolculuğa çıkarabilir. İçinde umudun olduğu güzel bir dünyada… İsmini yalnızca Türkiye’de değil dünya çapında da duyurmayı başarmış Selen Gülün’den bahsediyoruz. Üstelik meziyetleri yalnızca müzikle sınırlı değil. Ülkedeki birçok başarılı caz müzisyeninin hocası olarak da bilinir Gülün. Piyanosu ve besteleriyle çıktığı yolda beş öğrencisini de dâhil ettiği bir albümle dinleyiciyle buluştu. Blue Band isimli albüm, içinde Türkiye’den dokuz müzisyenin yer aldığı caz orkestrası ile aynı adı taşıyor. Kim mi bu isimler? Barış Doğukan Yazıcı, Halil İbrahim Işık, Bulut Gülen, Serhan Erkol, Engin Recepoğulları, Barış Ertürk, Ozan Musluoğlu, Alper Yılmaz, Berke Özgümüş.

Blue Band adını dokuz müzisyenden oluşan caz orkestrasından alıyor. Bu albümün hikâyesini sizden dinlemek isteriz… Hangi zamanlarla nelerle yoğrulmuş bir albüm bu?

Blue Band 9 kişilik bir jazz combo gurubu. Caz müzik tarihinde Big band hissini korumak için içindeki enstrümanlardan seçili butik bir orkestra diyelim. Daha minik olması da hantallığı ortadan kaldırdığı için açık yazımlara olanak tanıyor. İlk defa böyle bir oluşum için yazmaya karar verdiğim zaman Berklee College of Music’de öğrenciydim. O dönemde Caz kompozisyon okuyor olduğumdan her türlü ortam için müzik yazmaya hevesliydim. Gil Evans, Charles Mingus, Gerry Mulligan, Carla Bley, Mike Gibbs gibi besteci ve aranjörleri dinliyordum. Öncesinde konservatuarda süre gelen klasik batı müziği besteciliği ve piyanistlik eğitimim klasik edebiyatı tanımama yardımcı olmuştu. Melodiler yazmayı ya da yazıp bozmayı sevdiğimi erken anladım ve böyle bir stilin peşine düştüm. Klasik edebiyatı iyi çalamazdım ama çağdaş eserlerle aram her zaman çok iyi oldu. Yazıda alanı hem istediğim gibi kontrol edebilmeyi hem de müzisyenler için çalmayı cazip kılacak bir şekilde açık bırakabilmek ilgimi çekiyordu. Yazdığım ilk müzikten bu yana tam 25 sene geçti ve ben o zamanda benzer gruplar için ara ara yazmaya devam ettim. Dolayısıyla albüm her dönemimden etkiler taşıyor. Boston’daki öğrencilik dönemimdeki gruplarımdan sonra ilk defa 2013’te yeniden jazz combo grubu kurdum. Adını Blue Band koydum ve Borusan Müzik Evi’nde bir konser çaldık. Ardından ikinci konseri 2017’de Japonya’nın hatırı sayılır caz müzisyenlerinden oluşan bir ekiple Blue Band Japan olarak yeniden çaldım. Albümü orada kaydetmeyi planlıyordum ama Pandemi’de Japonya sınırlarını kapatınca burada kaldım ve Tokyo yaşantım bitti. Pandemi’den çıkar çıkmaz İstanbul’da yeni bir Blue Band kurdum. Konserlere provalara başladık. Müzisyenler müziği severek sahiplendiler. Albümü 14-15 Mayıs’ta Hayyam stüdyolarında canlı kaydettik. Ardından 18 Kasım’da albümü kendi plak şirketim iKi Muzik’ten çıkardım. Uzun ama heyecanlarla dolu bir bekleyişti. Bendeki etkisi çok büyük.

Bu albümdeki şarkılar nasıl bir seçkiyle burada yer buldu?

Biz Blue Band’de 9 kişiyiz ama hepimizin sürekli sahnede olduğu performanslar çalmıyoruz. Müzikte aradığım değişkenlik ve an’ı kollama ihtiyacı grup içinden farklı oluşumlar kurarak kullanmama sebep oluyor. Dolayısıyla sahnede de altılı, yedili gibi gruplara indirgendiğimiz oluyor. Çeşitlilik düşünerek albüme davulsuz parça, 4 nefesli için 5 nefesli için farklı parçalar yerleştirdim. Albümün duygu bütünlüğünü korumaya çalıştım. Stil farklılığını da gözetmek istedim.

Siz Türkiye’de caz adına bir ekol yarattınız. Birçok başarılı caz müzisyeninin hocasısınız. Bunu sahnede hep birlikte yürütüyor olmak size neler hissettiriyor?

Öncelikle bu güzel sözler için teşekkürler. Ben Berklee’den mezun olur olmaz Bilgi Üniversitesi yeni kurulduğu için Müzik bölümünde ders vermeye çağrıldım. İstanbul’a dönmeye karar verdim. Öğrenciliğimde bilgiye çok zor ulaşmış olduğumdan, müzisyenlik eğitimimde özellikle, bilgi saklanması konusunda hassasiyetim var. İyi bir öğretmen olabileceğimi düşünüyordum, müziğin o kalıpsal anlatımını bozmak ve ne biliyorsam anlatmak istedim. Berklee o sırada okulda eğitmenlik teklif etmişti. Gideceğimi duyan kompozisyon bölüm başkanı Ken Pullig beni odasına çağırıp Türkiye’de yazdıklarımın anlaşılıp anlaşılmayacağını, bir kadın olarak müzisyenlik mesleğinde zorlanıp zorlanmayacağımı sordu. Ben de ona bu hassasiyetlerden bahsettim. O zaman bana kulağıma küpe olacak bir şey söyledi; öğrencilerine iyi bak ileride senin hem meslektaşların hem de en yakın arkadaşların olacaklar dedi. Bunun karşılığını doya doya yaşıyorum diyebilirim. Blue Band’de vaktiyle Bilgi Müzik’te öğrencim olmuş beş harika müzisyen var. Müzik teorisini baştan sona birlikte çalıştığımız için bence notalar dilinde konuşurken de kolayca akan bir dil bulabiliyoruz. Geri kalan üç harika müzisyenle zaten kendi müziklerimi çalıyorum hep. Güvenli ve arkadaşça bir ortamımız var. Bunun da çalımlara yansıdığını düşünüyorum. Hepsi ayrı bir karakter bu arada. Hepsi de çok iyi müzisyen.

Uzunca bir süredir cinsiyet ayrımcılığı ve müzik üzerine çalıştığınızı biliyoruz. Müzik Türkiye’de bir cinsiyet ayrımcılığına maruz kalıyor mu?

Elbette tüm dünyada olduğu gibi burada da payımıza düşen şekilde mücadele etmemiz gerekiyor. Özellikle söz konusu müzik türü caz olunca aynı seviyedeki bir erkek müzisyenin bir yaptığını bizim on yapmamız gerekiyor. Besteci olarak yazdığımız eserler programlanmıyor, kitaplarda az sayıdayız, müzik tarihinde ve teori kitaplarında yokuz. Ben bunun önüne geçebilmek için çok çaba sarf ediyorum. Türkiye’de Kadın ve Müzik kitabını da bu amaçla derlemiştik. Bu çaba mesela benim önümü açacağına ayağıma bağ oluyor bu kadar erkek egemen bir toplumda. Ama bunlar bize engel olmaz, daha yapacak çok işimiz var.

Ülkede son dönemde sanata ve sanatçılara yönelik baskılar artmış durumda. Konser ve müzik yasakları sıkça gündeme geliyor. Sizin yurtdışı ile bağlantısı olan bir müzisyen olarak gözlemleriniz neler?

Olan bitenleri üzüntüyle ve yoğun bir kaygı ile izliyorum. Çoğu müzisyen sosyal güvenlikten yoksun, gelecek kaygısıyla, sistemde yer almadığı için bankaların meslek olarak müzisyenim yazdığında kredi, kredi kartı vermediği bir hayat sürüyor. Hayatı günden güne yaşıyor, bir standart yok. Pandemi’de devlet desteğinden yoksun kaldık, işler tamamen durdu. Ortam açıldığında saat kısıtlamaları, neden bilinmez hala da devam ediyor, ve mekan baskıları ile karşılaştık. Buna hayat pahalılığı da eklenince işin içinden çıkılmaz bir yerdeyiz. Siyasi olarak ciddi bir baskı var üzerimizde medyada sadece buz dağının tepesini görüyor insanlar. Konser ve müzik yasaklarına kadın müzisyenlerin kılık kıyafeti, şarkı sözleri, müzisyenlerin kendi dillerinde şarkı söylemesi, hükümete muhalif olup olmama, her türlü durum sebep olabiliyor. Tuhaf filtrelerden geçiriliyoruz. Yani isteyen istediğine yafta yapıştırıyor, karşıdakini de inandırıyor. Şimdiki ortam buna çok müsait. Baskı altında hem üretmeye hem çalışmaya çalışıyoruz. Başımıza bir şey gelecek diye mi endişelenelim, bu pahalılıkta nasıl yaşamaya devam edeceğiz ona mı endişelenelim bilmiyorum. Şehirlerde müzisyen kalmayacak böyle giderse, o zaman şehir kültürü bile tamamen değişir. Yasakların hiçbir gerekçesi haklı olamaz. İsteyen istediğini söylesin, giysin kardeşim, kime ne? Bir de sahne, sahne arkası filan basıyor bazıları deli oluyorum. Müzisyenin kutsalıdır kardeşim sahne, çek ayağını oradan!

Son olarak şarkıların sizdeki karşılığını birer cümleyle alabilir miyiz?

Eski Müzik:

Uzun bir yoldu, ama değdi diye hissettiğim, başlayıp bitirmem çeşitli sebeplerden 19 sene sürmüş müzik.

Diloy Suite:

Tek kardeşim, ablam Diloy Gülün’ü rengârenkliğine atıfla 4 bölüm olarak yazılmış bir Süit.

How I Love:

İki kişinin konuşması, bazen anlaşması, bazen ters düşmesi olarak dinlenebilir.

Moon Of Jupiter:

Sipariş olmadan, kendim için, hiç korkmadan ve çekinmeden, istediğim dili kullanarak yazdığım ilk eser.

Ganymede:

En son yazdığım, adı Jupiter’in aylarından birisi demek olan, Tokyo’nun bende bıraktığı melankoli hissinin yarattığı atmosferi simgeleyen kısa kapanış parçası.