Hohlwelttheorie’nin temel aldığı antik mitosa göre, yerkürenin bir noktası içe doğru oyuktur ve bahsi geçen oyuk, yaşadığımız yerden görece ayrı bir âleme açılan kapıdır. Bu kapının ardında ise, arî insanlardan oluşan seçkin bir topluluğun yüz yıllardır süregelen köklerine bağlı yaşantıları vardır

Sahte bilim ve akıldışılığın bekçisi şarlatanlar

ÖNDER KULAK
Dr., Felsefe

Sahte bilim ifadesi esasen pseudoscientia kavramından türetilmiştir. Kavramın ilk kesitini oluşturan pseudo ifadesi, köklerini Antik Yunan dilinden alır ve Türkçeye bağlamına göre yalan, sahte, kurgu gibi sözcükler aracılığıyla çevrilebilir. Diğer kesiti oluşturan Latince scientia ifadesi ise anlamca, duyulara ve dolayısıyla tikele ya da bir tikel kümesinden oluşturulmuş somut tümelliğe dayanan bilgiyi niteler. Bir bütün olarak pseudoscientia kavramı, mitos ve yalan odaklı içeriği itibarıyla bilimin dışında kalan, yanıltıcı şekilde birtakım olgulara referans veren bir sahte bilimi yansıtmaktadır. Bugün oldukça yaygın olan sahte bilimin ana hatlarını Engels’in yardımıyla açığa çıkarabilmek mümkündür.1

Engels sahte bilim örnekleri dahilinde Spencer Hall isimli bir sözde bilimciden bahseder. Bir tür hipnotizma pratiğini temel alan Hall, bireyleri manyetik bir uyku haline soktuğunu öne sürer. Bu uyku hali sayesinde, “bilimci” ve birey arasında manyetik bir bağlantı olanağı doğduğunu düşünür. Bahsi geçen bağlantı, Hall’ün Gall organları dediği birimlere yönelir. Hall manyetik uyku halindeki bireyin kafatasında bulunan söz konusu organlara, önceden hazırlamış olduğu frenolojik bir harita uyarınca dokunarak, ona telkinlerde bulunur. Böylece önceden saptanmış sorunu çözmeye çalışır.

Hall’ün deneylerinden en şöhret sahibi olanı, Tanrı’nın varlığının kanıtlandığını iddia ettiği örnektir. Bu örnekte Hall, bireyin inanç organına dokunduğunu öne sürerek, onu komutları doğrultusunda dua etme eylemine yöneltmiş ve bunu ilahi bir mucize olarak sunmuştur.

Engels, Hall’ü bir şarlatan olarak niteler. Hall’ün sıradan bir hipnoz deneyimi üstünden bir seri Gall organı ve şahsını merkeze alan mistik bir bağlantı uydurduğunu belirtir. Engels özel bir zihin hali olan hipnoz kapsamında bireyin birçok farklı pratiğe kapılabileceğini ve dolayısıyla Hall’ün haritası aracılığıyla koyulan sınırların gülünç olduğunu anlatır. Örneğin dikiş dikme, dans etme, ıslık çalma neden Hall’ün haritasında bulunmaz ki?

Hall anatominin asla bulamadığı ve bulamayacağı Gall organları aracılığıyla, toplumsal olan birtakım nitelikleri insanın neliğine içkin değişmez birer öğe olarak atfetmeye çalışır. Böylece her dönemde rastlanan sahte bilim, burada da emeğe dayanan sınıfların zihinlerini doğallaştırma gibi yanılsama fiilleri aracılığıyla bulandırmak için kullanılır. Ayrıca bu noktada şarlatanların sıklıkla resmi destek almaları da işin bir parçasıdır.

Hall’ün kısa sürede şöhret kazanması, yanı başındaki papazlardan ve görevlilerden ayrı düşünülemez. Engels, Hall’ün deneylerinin, o dönem işçiler arasında yaygın olan Owencı materyalizmin işçi sınıfı içindeki etkinliğini kırmak için bir araç olarak kullanıldığını belirtir. Bu gibi araçların egemen sınıfın emeğe dayanan sınıfa yönelik baskısının artmasıyla özellikle yaygınlaştırıldığı ifade edilebilir. Burada amaçlanan, toplumsal bilinç biçimlerinde olduğu gibi, zihinleri egemen fikir ve ideolojiyle işgal etmek ve sınıfın zihnini köreltmektir. Bu noktada en kuvvetli örneklerin otoriter ve faşist iktidarlara dayandığı söylenebilir.

Bilhassa otoriter ve faşist iktidarlar tarafından teşvik edilen kuvvetli örneklerin başlıca özelliği, din, etnisite ya da kültür bakımdan kutsal olarak dayatılan veyahut kabul edilen kimselere, topluluklara, ifadelere ve nesnelere referanslar vermeleridir. Bu gibi referanslar olmadan sahte bilimin söz konusu iktidar tarafından desteklenmesi beklenen bir durum değildir. Öyle ki, sahte bilim, kutsallık referansı olmadan kolayca şüphe duyulacak içeriklere sahiptir. Bu da onun yaygın bir aldatma aracı olarak kullanılmasını zorlaştırır. Buna karşılık, söz konusu referanslar, bireylerin çoğunlukla kutsallara karşı gelmekten çekinmelerinden ötürü, zihinlerde oluşabilecek olası şüphe hallerini daha baştan engellemeye yararlar. Burada kutsallık, kalabalıkların dikkatini çekmek ve onları yanıltıcı olgulara yönlendirmek için kilit bir rol üstlenir.

Bu noktada en yaygın biçimlerden biri olarak, antik mitoslara dayanan örnekler konu edilebilir. Nazilerin böylesi örnekler bakımından bir adım öne çıktıkları görülür. Naziler birçok antik mitosun bilimsel (!) ölçütler aracığıyla kanıtlanabileceklerini öne sürmüşlerdir. Bu örneklerden biri de, antik bir Alman mitosuna dayanan Hohlwelttheorie idi.

Hohlwelttheorie’nin temel aldığı antik mitosa göre, yerkürenin bir noktası içe doğru oyuktur ve bahsi geçen oyuk, yaşadığımız yerden görece ayrı bir âleme açılan kapıdır. Bu kapının ardında ise, arî insanlardan oluşan seçkin bir topluluğun yüz yıllardır süregelen köklerine bağlı yaşantıları vardır. Başka bir deyişle, Nazilerin yeryüzünde kurmayı amaçladıkları yaşamın örneği oyuk dünyanın içinde hâlihazırda bulunmaktadır.

Bu kurgulara bağlı olarak, en iyi Nazi bilimcilerinden ve pilotlarından oluşan bir ekip, oyuğu tespit etmek amacıyla çeşitli araştırmalar ve birçok noktada keşif uçuşları yapmışlardır. Sonunda çalışmalarını Antarktika’da yoğunlaştırmışlar, ancak beklenildiği gibi, aranan oyuğa dair hiçbir işaret bulamamışlardır. Belirli koşullar altında, belirli uzam ve zaman dahilinde esinlenilerek kurgulanmış, var olmayan bir yer nasıl bulunabilirdi ki?

Görevi üstlenen ekibin hayal kırıklığı eşliğinde araştırmalara son verilmesine karşın, dünyanın oyuk olduğuna dair inanç kalabalıklar nezdinde uzun bir süre daha varlığını korumuştur. Bu sayede Naziler, söz konusu sahte bilim örneğine dayanarak, arî ırk projesi için kalabalıklara bir parça daha güven aşılayabilmişlerdir. Öyle ki, arî ırkı, hiç var olmamış bir mucizeyi gerçek kılmak ya da yüz yıllar önce yok olmuş bir topluluğu diriltmek yerine, hâlihazırda bulunan bir örneğe yönelmek şeklinde ortaya koymak, belirli bir kesim üstünde etkili olmuştur.

Dünyanın oyuk karnında saklanan arî insanların yaşadığına inanılması, belki bundan birkaç yıl öncesine kadar şaşırtıcı gelebilirdi. Fakat son yıllarda karşılaşılan örnekler, kötü örneklerin sınırı olmadığı fikrini her gün daha çok doğrulamaktadır.

1 Bkz. Friedrich Engels, “Dialectics of Nature”, Marx and Engels Collected Works Volume 25 içinde, London: Lawrance and Wishard, ss. 345-356.