Virüs, deprem, savaş... Sinemada dünyanın sonuna dair anlatılardaki artış da ilginç. Sanki gezegen olarak dünyanın sona erişinden korkulduğu kadar, bildiğimiz dünyanın sonu da arzulanıyormuş gibi. Bildiğimiz anlamda dünyanın sonu, çözülmeyen sorunlarıyla, yeterli gelmeyen sistem ve kültürün açmazlarıyla bir son... Başka bir dünyanın arzulandığı açık. Ama nasıl bir dünya?

Bir yandan ülkemizdeki bu vurdumduymazlık da bir şey anlatıyor bize. Sistemden kültüre öyle çok şey değişti ki, gerçeklik zemini sisler içerisinde kaybolmuş gibi çoğu kişi için. Böyle zamanlarda uzmanlar devreye girer, bu belirsizlikleri belirli hale getirecek yeni anlatılar oluşturmak için. Fakat, tıpkı beslenmeyle ilgili tartışmalarda olduğu gibi, retorik hakikatin önüne geçtiğinde, uzmanlara olan saygı da azalıyor. Tereyağ insan sağlığı için zararlı mı, faydalı mı? Kellepaça ilaç mı, zehir mi?

Uzmanlar kendi aralarında uzlaşamadığında, halk da kendi seçtiği ya da seçmek zorunda kaldığı hakikate göre yaşamaya başlar. Fakat bir yandan da kendi bağlandıkları hakikatin hakikat olup olmadığı konusunda da kafaları karışıktır.

Koronavirüs hadisesi ortaya çıktığından beri, insanların çoğunun her zamanki gibi yaşamaya devam etmesi, çoğunluğun belirleyici etkisinden kaynaklanıyor diye düşünüyorum. Metroda tek maske takan siz olunca, hatta maske taktığınız için insanlar size hastaymışsınız gibi baktığında, siz de maskeyi çıkarıp çoğunluğa katılma ihtiyacı duyabilirsiniz. Bu kadar insan umursamadığına göre bir bildikleri vardır, ben abartıyor olabilirim diye düşünebilirsiniz. Ama herkes maske taksaydı, maske takmayanlar bu defa kendilerinden şüpheye düşecekti. Ya da depremle ilgili önlem alma konusunda, kimse oralı olmadığında, sizin de gündeminizden çıkabilir deprem korkusu... Savaş mı? Burnumuzun dibine düşen bir bomba yok, televizyonlarda olan biteni savaş filmi izler gibi izleyip uzmanların yatıştırıcı ve boş konuşmalarına bakarak kendi dünyamıza çekilebiliriz.

Çocukluğumuzdan itibaren en çok ihtiyaç duyduğumuz şey anlatılar... Bir çocuk, neden masal dinleyerek uyumayı tercih eder? Etrafımızı saran belirsizlikleri yok edecek, gözümüze anlamsız gelen her şeyi anlamlı bir bütün olarak önümüze koyacak anlatılar olmaksızın yaşayamazdık. Çocukluğumuzda bu ihtiyacımızı anne babalarımız karşılıyordu, büyüdüğümüzde uzmanlar... Uzmanların içine bilim insanlarını, sanatçıları, politikacıları, YouTuberları, yazarları vs koyabiliriz. Artık anlatılar yeterli gelmediği ve hakikatle bağları zayıfladığı için mi, bildiğimiz anlamda dünyanın sonu arzulanır oldu? Felaketler karşısındaki bu vurdumduymazlığı başka nasıl açıklayabiliriz?

O başka dünya, belki de uzmanların konumunun değişmesiyle mümkün olacak, psikanalist Ferenczi’nin yaklaşımı bu açıdan esin verici. Eğer insan herkese, babasına, komşusuna, hocasına, hatta krala bile gerçeği söyleyebilseydi, tüm sahte ve dayatılmış otoriteler sona erer, her şey doğal olurdu. Uzmanlar, otoritelerin himayesinde olduğu sürece ya da uzmanlık bir otorite haline geldikçe, sorunlar da büyüyor. Dünyanın sonu gelecekse sahteliklerden gelecek, virüs ya da savaşlardan değil...