Nazım’ın çocuksu bir merak ve hayranlıkla Puşkin’in izini sürmesine tanık oldum. Büyük bir açlıkla, Puşkin hakkında her ayrıntıyı öğrenmek istiyor. Neden?

sair-nasil-olecegini-bilir-130571-1.

Yazarların/şairlerin kendinden önce aynı izi sürmüş, hadi daha iddialı söyleyeyim, aynı yaşamı sürdürmüş olan soydaşlarını yakından tanımak istemeleri doğaldır. Herhangi bir okur için yapıt yeter yazarı ölçmek, anlamak için. Oysa her yapıt, yazarın/şairin gizini arttırır. Cümleler ardı ardına akarken, belli bir imge dünyasının tınısı içinde kaybolup, hafif esrik bir gezinti sürdürürken okur, uyanık değilse eğer, yaratıcıyı ıskalar. Yazarların/şairlerin herhangi bir dönemde doğması, oraya net ve sarsıcı bir iz bırakması hayret verir çoğu zaman, rastlantı olduğunu sanmaksa ahmaklıktır. Yaşamın gizli akışı içinde, sanki o gün, o saat, o an; o dize söylenmezse insanlık eksilir.

Bu tezimi kanıtlamak için çaba harcayacak değilim. Çağını derinden etkileyen isimlerin varlığı yeterince güçlü kanıt. Milan Kundera’nın büyük romancıların tamamının kendi dilinde okumanın imkânsızlığı üstüne sorulan bir soruya verdiği yanıt etkileyicidir. Yazarların farklı dillerde olduğunu kabul eder elbet. Balzac’ı Fransızcadan okumak, Thomas Mann’ı Almancadan, Dostoyevski’yi Rusçadan okumak bambaşka bir lezzet olurdu elbet. Lakin Kundera başka bir yere işaret eder ve der ki; “iyi romancılar birbirinin dilini bilir.” Hem ayrı çağlarda yaşadıkları halde birbirlerinin dilini bilirler, hem de birbirilerinin yüzünü görmedikleri halde, aynı ülkenin yurttaşı olduklarının farkındadırlar. Gizemli ve mükemmel bir tarif!

Nazım’ın çocuksu bir merak ve hayranlıkla Puşkin’in izini sürmesine tanık oldum. Büyük bir açlıkla, Puşkin hakkında her ayrıntıyı öğrenmek istiyor. Neden? Bana kalırsa Nazım, Puşkin kadar büyük bir şair olduğunu biliyordu da, merakı o yüzdendi. Ulusunun sesi olduğunun farkındaydı… Sanki kendi yaşantısına dair bir kazı yapmaktaydı Nazım. Bir geçmiş yaşam yolculuğu, belleğinden bulup çıkarmak önceden yaşadıklarını. İç içe geçer Puşkin ve Nazım. Puşkin’in kurduğu kahramanlık ve aşkla örülü dil Nazım’a pek uygundur. Tüm yaşadıklarını şairce anlatan Nazım ve Puşkin’in yan yana olması şaşırtmaz okuru. Birini diğerinden ayırmak ne mümkün!

İki şairin de kadınları üzerinden bir tahlil yapmak olanaklı! Kadınları derken, sözü edilen kadınların bu şairlere ait olduğunu söylemiyorum, varlıklarından fazla, şairce bir imge taşıdıklarına vurgu için bu tarif. Puşkin’in bilinen tutkulu aşklarından öte, kendinden yaşça büyük bayan Yekaterina Andreyevna Karamzina’ya duyduğu aşk ölüm döşeğine dek sürer. Henüz on yedisindeyken tanır Puşkin bayan Karamzina’ya. Güzelliği dillere destan kadın otuz altı yaşındadır. Bir sır gibi sürer bu aşk. Son ana dek. Nazım ilkin “Hangimiz gençken âşık olmadık ki olgun kadınlara?” diye geçirir içinden, fakat yaşamına yakından baktıkça Puşkin’in, bambaşka bir sonuç çıkar ortaya.

sair-nasil-olecegini-bilir-130572-1.Nazım; “Beni aldatan kadına dokunamazdım” der. Bir tür kutsallıkla yaklaşır sevdiği kadınlara. “Bugüne dek sadece derinden beni sarsan kadınlara şiir yazdım” diyor Vera’ya. Nazım’dan pek çok kadın, kendisi için tek bir dize olsa bile yazmasını ister. Nazım: “Zengin adam bana bir kürk, bir yüzük alsana dediklerinde, param varsa eğer, mutlaka alırdım. Fakat şiir yazmak-hayır. Şairler yalan söylemez” der. Karmaşık gibi durur bu denklem. Oysa şairce bir hakikatten söz ediyor Nazım. Aldatmak meselesiyse, tam da en zorlu soru! Şiirin namuslu olmasından söz ediyor sanırım ve sahiden duyumsanan aşktan. Puşkin son zamanını o yitik sevgiliyle geçirmek ister. Nedeni açık değil mi!

Ölüme yaklaşırken, en yakınlarını görmek istemek, onlara son bir cümle kurmak, veda etmek ister mi insan sahiden? Ölüm karşısında hangi duyguyla yapar bunu? Puşkin yaşamının son anını da şiiri gibi tasarlamış sanki. Parmağında tılsımlı saydığı yüzüğünü hiç çıkarmayan şair, dostu Vladamir İvanoviç Dal’a uzatır onu ve seslenir; “Al dostum, yazmak artık bitti benim için” Ölüm bundan daha yalın nasıl anlatılabilir ki? Bir şairin vedası başka nasıl olur? Nazım’ın şairi nasıl duyumsadığını, neden asla peşini bırakmadığını bu ayrıntılar anlatıyor işte. Aynı memleketin insanları…

Bir gün Vera’ya şöyle der Nazım;

“… Ve Puşkin’i öldüren Dantes’in kurşunu değildir. Onu havasızlık öldürdü. Yarattığı kültür de ölüyordu onunla. –Vaktidir, dostum, vaktidir! Yürek dinginlik istiyor!- Puşkin’in bu son solukları, Puşkin döneminin de son soluklarıydı.- Mutluluk yoktur dünyada, dinginlik ve özgürlük vardır.- Dinginlik ve özgürlük. Bunlar uyumun kurtuluşu için gerekli olan şeylerdir şaire. Fakat dinginliği ve özgürlüğü de alıyorlar elinden. Görünürdeki dinginliği değil, yaratıcılığa ilişkin olanı. Çocuksu özgürlüğü değil, yaratıcı özgürlüğü, o gizemli özgürlüğü. Ve şair ölüyor, çünkü soluk alabileceği bir ortam yok. Yaşam yitirdi anlamını.”

Hava zehirliyse, artık soluk alamaz hale geldiyse şair, bir tür intiharı seçer. Nazım bu boğuntuyu, içinden çıkılmaz, yorucu iklimi hep içinde taşıdı. Bir yerlerde memleketi olduğunu bilmek ve gidememek; öte yandan, ne kadar yoldaşların arasında olsa da, uzak, yaban saymak kendini ve artık yüreğinin ağırlığı ve sancısının kulakları çınlatır hale gelmesine tanık olmak. Yaşlanmak, üstelik çocukça susamışken yaşama… Soluğu kesilmektedir artık. Bir de duyamamak Türkçeyi…

Rus şair Hodaseviç’ten aktarıyor bize Vera;

“Şairin eylemini anlamak ve incelemek gerekir. Bunun için sürekli ona ilişkin her şeyi ya da olabildiğince çok şeyi bilmek gerekir; köken, gelenekler kalıtım, eğitim, yetiştirilme, çevre, kişisel yaşama ilişkin olaylar, yazınsal etkiler, içinde yaşadığı toplumsal ve siyasal ortamlar. Kişilik ise, tüm bunlar yinelense bile açıklanamayacak olarak kalan, yinelenemeyecek olan şeydir. İnsanı insandan, şairi şairden ayıran işte bu açıklanamaz ve mucizevi şeydir.”

Şairin kanı şiirine akar. Tüm gizlerini önümüze serer, bunu sezmek, anlamak, ardına düşüp yönünü bulmak beceri ister. Şiir, olmadık bir anda, beklenmedik bir iz gibi değer tene. Kişiliği oradadır şairin. Tüm bir yaşamı o dizelere aktarmak ve kendi seçtiği biçimde, mümkünse meydan okuyarak ölmek ister. Korkak şair yoktur. En kapalı, ürkek olan bile, iyice bakıldığında şiirine mutlak bir meydan okumayı söyler bize. Yaşamın sınırlı, dayatılmış anlam dünyasını yırtıp atmak için kurulur dizeler ve imgenin o vahşi, ele avuca sığmaz gücüdür şairin aşkla çarpan yüreği. Aşk tükenirse, kalp durur…

Puşkin söyler şiirini;

Seviyordum sizi: ve bu aşk belki
İçimde sönmedi bütünüyle;
Fakat üzmesin artık sizi bu sevgi;
İstemem üzülmenizi hiçbir şeyle.

Sessizce, umutsuzca seviyordum sizi,
Kâh ürkeklik, kâh kıskançlıkla üzgün;
Bu öyle içten, öyle candan bir sevgiydi ki,
Dilerim bir başkasınca da böyle sevilin.

sair-nasil-olecegini-bilir-130573-1.