Mehmet Müfit ilginç ve kendine özgü bir şairdi, Türk şiirinin de 1980’lerde beliren en özgün şairlerinden biriydi

Şairin ölümü

Bundan doğal ne var? Şair ölür, unutulmaya gömülür. Bazı şairler yüreklere gömülse de çoğu şairin derin unutuluşlara gömüldüğü bilinir. Oysa şair de bir devrimcidir ve ‘devrimciler ölür, devrimler sürer’se, ‘şairler ölür, şiirler yaşar’ da diyebiliriz.
Şair öldü. Mehmet Müfit. Sessiz yaşadı, sessiz öldü. Cumhuriyet’te Tuğrul Tanyol ve Metin Celal yazdılar, oradan öğrendim. Adnan Özer, ben ve Tuğrul Tanyol, 1983’te “Üç Çiçek” dergisini çıkarırken tanışmıştık, dergi çevresindendi, Taner Ay, Metin Celal, Oktay Taftalı, Ali Günvar da “Üç Çiçek”ten arkadaşlarımız.

Müfit, bakır tel ya da kablo satan bir şirkette çalışıyordu sanırım. Hemen hepimiz bekardık ve neredeyse karın tokluğuna işler yapıyorduk. O yıllarda çok gündemde olan ansiklopedilerde metin yazarlığı, çeviriler, düzeltme gibi yazıyla ilgili işler. Sanırım aramızda ciddiye alınabilecek tek iş de onun işiydi. Ama o da işinden nefret ediyordu.

İlginç ve kendine özgü bir şairdi, Türk şiirinin de 1980’lerde beliren en özgün şairlerinden biriydi. İlk ‘yeraltı’ şairimizdi aynı zamanda, İstanbul’un Ağır Sultanları(Üç Çiçek, 1984) ve Tekkede Bahar (Çizgi, 1986) kitapları, bence Türk şiirinin öncü kitapları arasındadır. Metin Celal, “Sokaktaki yaşamın tüm yanlarıyla fotoğrafını çekiyordu. Bir yandan da şehrin görünmeyen yanını, yeraltındakileri, kabadayıları, kumarbazları, alkolikleri, esrarkeşleri kendine has argoları ile kendi ağızlarından ustaca anlatıyordu” diyor.

“Tekkede Bahar” şiirinden birkaç bölüm okursak, şiirin, özgünlüğünü, ustalığını kendisinin anlattığını görürüz: “yan ibrahim, yannnn/kocaman bir yangın senin olsun/gel çök aramıza küçük osman. senin de/ayak uçların tutuşsun/.../bir düş ki çift kağıda sarılır, bir düş ki/merdivenlerinden çıkarken sarışın ve uzun/inerken karışık ve susuzdur, bir düş ki/yarım aşklar, mayhoş elma kokusu ve ıtır/süslü at arabalarıyla irili ufaklı/tozlu kasabaları dolaşır/.../bırak ismail soğusun, ismail bırak/bu tekkeye biliyorsun, erimiş/bir baharla girilir ve o baharın ipleri/kanatsız kuşların dilindendir./bırak ismail sığsın, tekkeye bahar/fiyakalı girsin;okeye yatsın kahvelerde/kitaplara takılsın, tafra yapsın çalım satsın/bayramları annesinin mezarında dua okusun./bırak ismail soğusun, soğusun bırak/fısıltılarla anlaşsın;hesap/versin şubelerde, duvarlara işeyip/damlara girsin, işkencelere”.


Babıali’nin yoğun olarak dergileri, genç şairleri, genç hevesleri, heves zaten genç değil midir demeyin, geç hevesler de olabilir ve heves onları da genç kılar, ağırladığı son yıllardı. “Üç Çiçek” ve “Yönelişler”in ardından, “Poetika”, “İmge Ayrım”, “Yeryüzü Konukları”, “Şiir Atı” dergileri de o yıllar da yayımlandı. Buluşma mekanları hemen hemen aynıydı, ama değişmeyen mekan, Müfit’in kitabına da ad olan ‘Tekke’ydi. Beyazıt’taki Çorlulu Ali Paşa Medresesi’nde Erenler Kahvehanesi. Sultanahmet’teki kahveler, haftasonları eski Galata Köprüsünün altındaki çayevleri ve biracılar da toplandığımız yerlerdi. Tuğrul Tanyol o günlerin şiirini “Çay Saatleri”nde yazdı: “Bazen Haydar, ben, Müfit, Adnan/Şiirden konuşuruz ve acılardan/Üçle beş arası çay, ah delikanlı zaman!”

Sonra Müfit şiiri 25 yıl kadar bıraktı, ailesini geçindirmek kaygısıyla. Şimdi yıldızlarda olan canım kardeşim Seyhan Erözçelik’in onu yeniden şiir yazmaya ikna etmesiyle de yeni kitaplarını, toplu şiirlerini yayımladı, derken yavaş yavaş bir Mehmet Müfit efsanesi oluşmaya başladı. Eski kitapları, yani ilk iki kitabı arandı, soruldu, okundu. Ama Onun buna rağmen yine de ortada görünmedi.

Nişantaşı’nda çalıştığım reklam ajansına gitmek için geçtiğim pasajda rastladım ona bir gün. Alt katta dükkan açmıştı, eski para, kartpostal, harita, nümizmatik işleri yapıyordu. Kim bilir belki bunlar da şiire sayılıyordur. Konuştuk, yeniden şiir yazdığı için çok sevindiğimi söyledim.

Sanırım özellikle ilk iki kitabıyla şiire borcunu ödediğini düşünüyordu. Bence de öyle. Bu bazen bir tek kitapla bile olabilir. İkisi de ayrı ayrı tek kitap sayılabilecek benzersizlikte yapıtlar bunlar. Çoğu şairden iki dizenin bile kalmadığı ‘şiirsel adalet’sizlik aleminde, iki kitapla kalacak, yaşayacak olmak bir şairin ölümsüzlüğüdür.

Tuğrul Tanyol’un şahane bir biçimde yazdığı gibi, Mehmet Müfit “Bir Valery dönüşü yapamadıysa ne çıkar? Evet Seyhan, bir Andre Gide tavrıyla onu geri çağırmaya çalıştı. Oysa Rimbaud’ya ilk 20 yılı yetmişti.” Şairin ölümü, bazen ölümsüzlüğüdür.