“Sözcükler kendi anlamını zamanla edinir. Şair onu bilir, bekler ve ardından söyler. İmge dediğin, bir sırrın açığa çıkmasıdır. Şairle şiir arasında o anlaşılmış an’da!”

Yapıt vermek, ardından onun kendi yaşantısını sürdüğünü uzaktan izlemek tuhaf gelir her seferinde bana. Kitap okumak bir alışkanlık mıdır? Bir türlü sevemedim bu tarifi. Alışkanlık dediğiniz zaman, elde olmayan, kötü bir duruma tutsak olmuş gibi hissedersiniz kendinizi. Oysa okumak, yaşamın onca sığ ve hatta sıkıcı akışında, bir başka yaşamın mümkün olduğunu sezmek, izini sürmektir. Yaşanacak onca başka öykü varken, kendi içine kapanmak ve en görkemli yaşamı sürdüğünü sanmak aptalca. Kitap okumak bir alışkanlık değildir. Dayatma hiç değildir! Nedir diye sorsa biri…

Bazı soruların tek yanıtı yoktur. Belki yanıtı bile yoktur. O soru olarak kurulan cümle, öyle kalmayı, düşünce anahtarını hep elinde tutmayı yeğlemiştir demek. Şiire burada gereksinim duyarız. Felsefenin çetrefil sorunlarını, daha bir güçleştirir kimi zaman. Çoğunlukla her dizenin güçlü bir soru olduğunu sezdiğimiz an, ahenkli bir sorgulama içinde dolaşmaya başlarız. Ahenk dediğim, kafiyenin getirdiği uyum ve sıradan bir ritim değil elbet. Şairin kimliğini gösteren, imzasını koyduğu biçimdir o. Yalancı şiirlere kanmamak için, okurun da şair kadar çalışkan ve deneyimli olması gerekir.

Yapıt vermekten sözü açtım. Yaş ilerleyince nedense pek çok kişi, yaşadığını hissetmek/hissettirmek için bir kitap yazma gereksinimi duyar. Çoğunlukla ölümle bir hesaplaşma halidir bu ve yersizdir. Şimdi ekran var, görsel imkânlar var; parası olan kimse yaşamını belgeselcilere düzenletip, bir de güzel biçim verdirip rafa koyabilir. Parasız biri için de imkânlar gırla. Elde akıllı telefon var. Biraz yardım alınca her işi görüyor meret. “Kimi ilgilendirir benim yaşamım?” diye sormayacak kadar bencildir insan. Yapıt vermek başka bir sorumluluk ve iz sürme halidir.

sairle-karsilasmanin-zamani-vardir-iskalamamak-lazim-135411-1.

Kitap niye okunur?

Geçen gün bir şair dostumla şiir üstüne konuşuyorduk yine, çoğu zaman şiirin kendi kadar esrime yaratır üstüne düşünmek, tartışmak. “Tumturaklı sözler bir araya getirmek değildir şiir” dedi yeniden. Bu uyarıyı yapmak zorunda kalması ne acı oysa. Şiirin gençlik hevesi olduğunu saymak, henüz ergenlik çağı ruh ikliminde savrulan insanları kötü sözcükleri arka arkaya dizerek tavlamaya kalkışmaya şiir deniyor yine, yeniden. Oysa zamanının büyük şairleri, çok satanları yitip gitti işte. Onca güzel sözleri bir araya koyduğu halde kim anımsar Ümit Yaşar Oğuzcan’ı şair olarak? Güzel şarkı sözleri yazıyordu ama şiir miydi acaba?

“Sözcükler kendi anlamını zamanla edinir. Şair onu bilir, bekler ve ardından söyler. İmge dediğin, bir sırrın açığa çıkmasıdır. Şairle şiir arasında o anlaşılmış an’da!” Yaşamını şiir olarak kurgulayan, şiirini yaşam olarak inşa eden Nazım’dan öte örnek bulmak güçtür saf dizeler için. Ünlü bir şair bana “Nazım’ın şiiri o kadar da büyük değildir, yaşamı şiir gibidir” diyebildi. Şair kıskançlığı tamam da, körlüğe dönüşmüş hal. Özgün bir tınıyı yakalamak ne güçtür. Bunca hakiki olmak, dize dize yaşamı solumak, memleketinin insanlarını adım adım resmetmek ve tüm bunları ne eksik, ne fazla sözlerle yapmayı başarmak… Nazım biricik olduğu için sarsıcı işte. Öncesiz ve sonrasız!

sairle-karsilasmanin-zamani-vardir-iskalamamak-lazim-135412-1.

Şimdilerde hergelece sözler bulmak, sokak dili diye üçüncü sınıf göndermelerle, biraz bohem, çoğu zaman arabesk ve estetikten uzak karmaşık dille yazılmış metinleri şiir diye kakalıyor yeni dönem dergiler. Şiir güzel söz söyleme sanatı değildir. Bir düşünme biçimi, bir yapıyı kusursuz kurma çabası ve en önemlisi dar zamanlara sıkışmış ruhunu, o kıskaçtan kurtarıp özgür bir uçurtma kılma arzusudur şairin. Şehvetli, vazgeçilmez olduğu kadar; kusursuzluk arayışıdır, düzenli bir işçilik gerektirir. Tanrının yardımı iyi bir şiir için sınırlı kalacaktır. Rastlantısal olarak, hadi vahiy gibi düştü önümüze diyelim bir dize, ardında emek, düşünce, çalışkanlık ve derin bir kazı olmazsa, asla şiir tamamlanamaz.

Onur Behramoğlu çevirisiyle yayınlanan “Tanrı Belki Esirger Aşkı”yla tanıdım İsrailli şair Yehuda Emihay’ı. Şiirin çevirisi, başka dilde yeniden yazılması demektir. Kötü bir çeviri şairi öldürür. Demek ki, yeniden yazılması için, iki şairin birlikte düşünmesi, iz sürmesi ve sonuçta uzlaşması gerek. Bir dize üzerinde uzlaşmak kolay mı? Değil elbet. O halde, kusuru ve zenginliğini de bölüşmeye razı olmalıdır iki şair yeni doğan dizenin. Bir başka dil derken, salt ayrı tınılardan, başkaca cümlelerin kurulmasından söz etmiyorum. Bir başka dünyaya açılan pencerenin rüzgârına ortak olma halidir bu, belki ötesi o rüzgârı kendince estirmek yürekliliğidir!

Bakmayın siz şairin dizeyi kurarken kendinden emin görünmesine; şiir karşısına dikilince şaşkınlıktan dilini yutar şair. Has şiir kendi hükmünü verir, kendi sesini bulur ve aşar gider şairin çıktığı yoldaki izini. Hele bir de şairce bir çeviriyse, yeniden kurulmanın hazzıyla dönüşür dize ve elbet deneyimli ve esrimeye, düşünmeye hazır okurla birlikte tamamlanır şiir. Tuhaf olan, yıkar şiir ve yeniden başlar inşaya. Tam bittiğini sandığınızda, bir incinin umulmadık anda karşımıza çıkması gibi, şaşırtır, baştan dinlemeye başlarsınız şiiri. Dinlemek kalbin en derinlerinden başlar, düşüncenin en güç halinde demlenir, biçim alır ve yeniden yeniden çıkılır yola…

Bir ömrün dökümünü yapıp, sağlıklı bir muhasebe yapmak için bir başka yaşama daha gereksinim var sanırım. Keşke öldükten sonra, “nasıl bir yaşam sürdüm?” sorusuna yanıt verecek bir vakit olsa da, insan o filmi izledikten sonra hiçliğin kollarına uzansa. Şiir bu işi görür çoğu zaman. İsrailli şairin hemen tüm dizelerinde gördüğüm yumuşak ama esaslı hesaplaşma etkiledi beni doğrusu. Hoş, iyi bir şiirin bundan öte gayesi olur mu ki!

1924’te doğdum. Benim yaşımda bir keman olsaydım en iyilerinden biri olmazdım. Şarap olsaydım ya birinci kalite ya sirke olurdum. Köpek olsaydım çoktan ölmüştüm. Kitap olsaydım şimdiye kadar ya çok pahalanmış ya da fırlatılıp atılmıştım.

Orman olsaydım genç; makine olsaydım gülünç olurdum.

İnsan olarak ise, yorgunum, ölesiye.

İnsan bir yapıt vermeli, yaşadığını anımsamak, anımsatmak için. Yanı başımızda duran ölümle karşılaşacağımız o tarifsiz anı kestirmek güç, o halde çabuk olmalı. Vakit daraldıkça; yapmak istediklerin, söyleyeceklerin birikir ve tuhafı, bir yandan güçsüz ve amaçsız kalır, tüm bunları boş verirsin. İkisi birden aynı anda olur, evet. Gökyüzünü, sabahı, sevdiklerini anımsar, yeniden görmek ister ve bir heyecanla düşersin peşlerine. İlk adımda, ansızın bir ağırlık çöker üstüne, boş vermişliğin rahatlığına sığınır, türlü bahanelerle ertelersin her şeyi. Tümü yaşamdır işte.

Kitap dolusu yaşamlara tanıklık ettikçe neşelenir ve o keyifle yeniden sarılırsın yeni güne, ardından bir dize karşısında şaşar kalırsın. Kalın, bitmek bilmez ve güzel bir macera romanı gibi sürüklenip, güçlü bir dize karşısında kendini bulmaktır yaşam. O dizenin tuhaf, açıklanması güç tınısını işitir, içinde gezinir, düşler kurar ve yeniden inşa edersin kendini. Onca kalabalık içinde bir tenhalığa kavuşmaktır bu. Bir tuhaf buluşma…

Seçerek okumak mümkün, güç olan seçerek yaşamaktır. Yazgıya, kendi elinle yontulmuş bir kurşunkalem müdahale edebilmek güçtür ve esastır bu. Hep kötü zamanlardan şikâyetçi olup, sanki bir başka önerisi varmış gibi ağız dolusu bağıranlara rastlıyoruz. Baharda bir dalın çiçeklenmesine izin vermeyen günler bunlar. Görmediğimiz o bahar dalı yoksa o gün yoktur, o yaşam ertelenmiş, belki hiç yaşanmamıştır. Böyle zamanlarda karşılaştığımız şairin zamanı gelmiştir. Muhakkak gelmiştir, ıskalarsanız yaşam avuçlardan kayıp gider…

Aşkımız esnasında evler inşa edildi ve adamın biri, o sıralar flüt çalmayı öğrendi.

Yükselip alçalan ezgileri duyuluyor şimdi de biz artık seninle ağacı dolduran kuşlar gibi doldurmazken birbirimizi, ve sen para bozdurmaktayken habire ülkeden ülkeye dürtüden dürtüye ve çılgınca da olsa yaptıklarımız, fazlaca yoldan çıkmamışız belli ki, fazla kaçırmamışız rahatını dünyanın, uykularını kaçırmamışız insanların. Ama şimdi her şey bitti.

Yakında, ikimizden geriye kimse kalmayacak unutmak için ötekini