Milan Kundera'nın 1967'de yayımlanan romanı 'Şaka’da, Ludvik, bir süredir uzak kaldığı kız arkadaşı Marketa'dan bir mektup alır. (Stalin'in ilk yılları) Marketa, hayatından memnun olduğunu ve Batı'da devrimin pek yakında gerçekleşeceğini yazmaktadır. Kendisini özlemediği için Marketa'ya kızan Ludvik, bir kartpostalın arkasına yazar ve kıza gönderir; "İyimserlik, insanoğlunun afyonudur! Sağlıklı ruh, hıyarlıktan başka bir şey değil. Yaşasın Troçki!" Ludvik'in 'şaka' olsun diye yazdığı bu üç cümle, hem Komünist Parti'den, hem de üniversiteden atılmasına, toplumdan dışlanmasına yol açar. Onlarca kere bunun basit bir şaka olduğunu anlatmaya kalkışsa da kimseyi ikna edemez. Daha sonra bir arkadaşının söyleyeceği gibi, dünyayı değiştirmek isteyen hiçbir büyük hareket dalga geçmeyi kaldırmaz, çünkü şaka ve siniklik her şeyi çürütür, paslandırır.

Siniklik; uyumluluk, kabullenme, pasiflik, boyun eğme, teslim olma, dikkate almama, kendine yönelme, hatta kendine yönelememe kısaca insanı, örneğin, şaşırmaktan ya da öfkelenmekten feragat ettirir ve sonunda kayıtsızlığa teslim alır. Kayıtsızlık hayatın anlamını yitirmesi, insanın psikolojik ölümüdür. Şiddete kayıtsızlık, yaşananlara kayıtsızlık, memleket meselelerine kayıtsızlık, emeğe kayıtsızlık, sevgiye kayıtsızlık... "Hiçbirşeyi etkileyemem ve değiştiremem" düşüncesinin ürünüdür. Anlamlandırma duygumuzu kaybedersek yalnızlık, boşluk ve hiçlik duygumuz da büyür. Yabancılaşma ve sonrası duygulanımsızlık... Hissetmediğimiz yaraları iyileştiremeyiz.

“Kayıtsızlık dili geçersiz kılıyor, işaretleri anlaşılmaz hale getiriyor. Sabırlısın ama beklemiyorsun, özgürsün ama seçmiyorsun, müsaitsin ama hiçbir şey seni harekete geçirmiyor. Hiçbir şey istemiyor, hiçbir şey talep etmiyor, hiçbir şeyi dayatmıyorsun.

Hiç dinlemeden duyuyor, hiç bakmadan görüyorsun.” "(...) Ama oyun bitti, büyük şenlik, ertelenmiş yaşamın yalancı sarhoşluğu bitti. Dünya yerinden kıpırdamadı ve sen değişmedin. Kayıtsızlık seni farklı kılmadı..."(...) "Bir türlü bitmek bilmeyen dostlukların sıkıcı suç ortaklığında, yıpranan ilişkilerden ödlek ve oportünist kırgınlığında, yıpranan kırgınlığında sürünmekten sıyrılmalısın." (Georges Perec -'Uyuyan Adam' romanı)

Sürekli gösterilen şiddet sonunda kayıtsızlığa yol açar.

Şimdi şu ana kadar yazdıklarıma Milan Kundera'yla bir zıtlık yapayım; "Kayıtsızlık varoluşun özüdür. Her zaman ve her yerde bizimledir. Kimsenin görmek istemediği yerde bile mevcuttur o: dehşette, kanlı savaşlarda, en kötü felaketlerde. Dramatik durumlarda onu kabul etmek ve adlı adınca anmak çoğunlukla cesaret ister. Ne var ki, onu kabul etmek yetmez, kayıtsızlığı sevmek gerekir, onu sevmeyi öğrenmek gerekir," diyor.

Aksine inanmak istesek de diyor Kundera; "Demokratik Avrupa toplumlarımızda da totaliter bir rejimde olduğu gibi yeknesaklık hüküm sürmektedir." Bireysellik ne yazık ki bir yanılsamadan fazlası değildir. Çünkü yeknesaklık, tekbiçimlilik bireyselliği yok eder. Öyleyse elimizdeki tek kurtuluş biraz şaka biraz kayıtsızlıktır. Akıl sağlığı ve küçük mutluluklar için varoluşumuzun gerekliği yani.

Kundera’nın karakterlerine bakınca anlıyoruz ki yazdıkları kinikler gibi hayatı ciddiye almamak, hayata ehemmiyet vermemek her şeye boşvermek demek değildir. Hayatının tüm hikâyesinin bir hatadan, alelade bir kartpostala yazılmış bir şakadan, bir tesadüften, bir saçmalıktan doğduğunu anlayan kahramanı Ludvik şöyle düşünüyor: Yanlışlıkla olmuş şeyler de mantık ve gereklilikten doğanlar kadar gerçektir. Bu yüzden şaka da gerçektir ve ciddidir.

Burada Ulus Baker akla geliyor; "Kayıtsızlık bir zamanlar 'kuşkucu' filozofların aslında 'devrimci' tek yanıydı -kayıtsız, pekala bu 'sorunlar tümüyle palavra', bu yüzden onlarla asla ilgilenmek zorunda değilim demenin bir yolu da olabilir. Yani bu durumda pekala bir meydan okuyuş, bir söz, bir eylem bir sözeylemdir. Sahte sorun ve soruların binbir türlüsü tarafından bombardıman edildiğimiz bir çağda 'filozofça yaşam' denen şey hâlâ mümkün olsaydı 'kayıtsızlık' bunun esaslı bir parçası olmalıydı."
Yazımı yine bir zıtlıkla bitireyim; “Filozoflar gerçek âlimlerin her şeye kayıtsız olduğunu söylerler. Yalan; kayıtsızlık bir ruh felci, zamansız ölümdür," diyor Anton Çehov.