Güç bela beni de sinemaya yolladılar. Sinemaya hiç tek başıma gitmemiştim bu yaşıma kadar. Çünkü gittiğim zaman konuşmak, yanımdakini dürtmek filan istiyorum. Tek başıma film izleyeceksem evde yaya yaya izlerim yani. Bir de salonların hali ortada zaten. Neyse, iş arkadaşlarım ‘Kaan sen sabah 11 gibi Joker’e git, öyle gel’ dediler. El mecbur, iş olarak uyanıp sinemaya gittim.

Eğer yazının bundan sonrasına devam edecekseniz, ufak bir uyarı yapayım, yazı Joker filmiyle ilgili ‘spoiler’ içerebilir, içermeyebilir de. O yüzden bazı şeylerden rahatsız oluyorsanız, lütfen yazının bundan sonrasını okumayı tercih etmeyin. Aksi takdirde belki de filmin sonunu söyleyeceğim ya da filmle ilgili bilmek istemediğiniz bir detaydan bahsedeceğim belki de. Kim bilebilir? Neyse başlayalım.

Joker’in öncelikle Türkçesi yok. Yani Şakacı, Şakör ya da ne bileyim Gülük Surat filan diye Türkçe’ye çevirilebilirdi film. Joker olarak başladık, Joker olarak devam ettik...

Filmde dert babası, erkeklikle ilgili neredeyse tüm sorunlara sahip olan kardeşimiz Artur’la karşılaşıyoruz. Artur’un dert listesinde yok yok. Bir kere Artur biraz işsiz. Yani filmden onu anlıyoruz. Ayrıca Artur’un tuhaf bir problemi var. Hani lisede müdür sizi odasına çağırır da ayar kayar ya, o zaman hani bir gülme gelir de kendinizi tutamazsınız. İşte Artur’un komple hayatı ‘Bir gülme geliyor bana’ felsefesi üzerine kurulmuş. Arada kafası atında kıkırdıyor, strese girince kıkırdıyor, üzülünce kıkırdıyor, sevinince kıkırdıyor. Artur kıkır kıkır bir insan. Ama öyle bir gülmek ki, insanı rahatsız ediyor. Artur adeta gülerken ‘Özür dilerim’ diyor gibi.

Tabii Artur’un bu lakayt tavırları sosyal çevresinde çok da olumlu ve pozi karşılanmıyor. İnsanlar ‘Deli la bu’ diyerek Artur’u bir güzel dışlıyorlar.

Artur kaç yaşına gelmiş, hala annesiyle oturuyor. Aneyin de bir hastalığı var, kadıncağız ha gitti ha gidecek, sürekli bir ayağı çukurda gibi. Artur’un aneyin bir de kafa da gidik inceden ama Artur annesini çok seviyor. Birlikte favori tv programlarını izliyorlar. Artur hayal kuruyor, çünkü Artur’da baba problemleri de var. Çünkü Artur’un bobeyn kayıp. Ortalıkta yok. Annesi de artık elinden geldiğince evladını yetiştirmeye çalışmış.

Artur kırılgan bir birey. Sosyal çevresi dediğime bakmayın, eş dost bildikleri toplasanız bir elin parmaklarını geçmiyor. Çalıştığı komedi kulübündeki bir arkadaşı var bir tek adam gibi. O Artur’un haline üzülüyor ama elden ne gelir. Artur komik olamayan bir komedyen. Ama bir konuda çok haklı Arthur: Mizah sübjektif bir şeydir diyor... Herkes farklı şeylere gülebilir, buna şaşırmamak gerekir diyor. Haklı da... Günümüzde mesela bir adamın her dediği bizi güldürürken, bazıları aynı laflara tapıyor olabiliyor. Artur haklı, mizah sübjektif. Ayrıca Artur her şeyle dalga geçilebileceğini de savunuyor inceden, ki bu da olumlu bir davranış.

Artur’un hastası olduğu ve tek gördüğü karşı cins ise komşusu komşu hanım. Artur bilinçaltında komşusu hanımla eğleniyor, zaman geçiriyor ama gerçekte ise yapayalnız. Artur, bir erkeğe dair ne problem varsa yaşamaya devam ediyor.

Filmin kırılma noktalarından birinde Artur artık ‘Adam yerine konmak’ istiyor, en azından insanların kendisini fark etmesini istiyor. Bunun için bol bol dans ediyor, tuhaf ve korkutucu biçimde ellerini kollarını sallıyor, dans ederken de eğleniyor ama içindeki karanlığı aydınlığa çıkartamıyor maalesef.

Artur’un dertler deryayken bir de ailesel bir problem yaşamasın mı? Artık iyice kafayı çizip, geçmişiyle yüzleşiyor. Tabii sevmediği gerçekler onu iyice bunalımlara sokuyor. Hayatının annesinin anlattığı gibi olmaması ona bir tur daha koyuyor, bu vesileyle Artur giderek balataları sıyırıyor.

Komik olmayan performansıyla dalga geçen Robert de Niro’nun oynadığı sunucunun tv programına katılıp olay çıkartıyor. Artur şiddet eğilimiyle barıştıkça adeta kendini buluyor.

Filmin sonunda bir erkeğin bitmemiş ergenliği ve erkeklik bunalımlarından çıkıp, fakirlerin zenginlere başkaldırışının tuhaf bir sembolü haline geliyor Artur. Bakalım başına ne işler açacak?