Burdur Gölü, her yıl yüz binlerce kuşa ev sahipliği yapan ülkenin en önemli göllerinden biriydi. Yıllar içinde gölü besleyen akarsuların üzerine barajlar yapıldı. Suyun yanlış kullanımı nedeniyle zaman içinde gölün su seviyesi ve kapladığı alan azaldı. Bununla birlikte çevredeki mermer ocaklarının sayısı da her geçen yıl arttı. Böylece bölgeye özgü bitki ve hayvan çeşitliğinde trajik […]

Burdur Gölü, her yıl yüz binlerce kuşa ev sahipliği yapan ülkenin en önemli göllerinden biriydi. Yıllar içinde gölü besleyen akarsuların üzerine barajlar yapıldı. Suyun yanlış kullanımı nedeniyle zaman içinde gölün su seviyesi ve kapladığı alan azaldı. Bununla birlikte çevredeki mermer ocaklarının sayısı da her geçen yıl arttı. Böylece bölgeye özgü bitki ve hayvan çeşitliğinde trajik bir değişim yaşandı. Uluslararası öneme sahip olan Burdur Gölü, gerek ekosistemin devamlılığı, gerekse bölgenin tarımsal kalkınması için oldukça önemli bir sulak alandı ve çevresindeki madencilik faaliyetlerine kesin olarak izin verilmemesi gerekiyordu. Ancak hedefleri ve algıları kendi küçük hayatlarıyla sınırlı insanların sürdürülebilir bir kalkınma yerine talana dayalı kısa vadeli modelleri tercih etmeleri ve bu doğrultuda çoğunluğun desteğini almaları sebebiyle Burdur Gölü öldü!

***

Sulak alanların hızla kaybedilmesinin canlıların hayatını riske atan büyük tehlikesiyle birlikte doğal afetlerin yıkıcılığını artıran bir etkisi de var. Buna göre dünya genelinde taşkınların ve kuraklığın gerçekleşme sıklığı son otuz yılda iki kat arttı; afetlerin yüzde doksanı su kaynaklarının zarar görmesiyle ilişkili. Uluslararası öneme sahip sulak alanların korunması ve akılcı kullanılması için 1971’de imzalanan Ramsar Sözleşmesi kapsamında Türkiye’nin korumak ve beslemekle yükümlü olduğu on dört alan var. Bunlardan bazıları suyu azalan Sultan Sazlığı ve Seyfe Gölü, otoyol yapılmak istenen Gediz Deltası, sanayi atıklarıyla kirletilen Manyas Gölü ve maden ocaklarıyla zehirlenip öldürülen Burdur Gölü! Bugünkü imha gündemimizde ise yaklaşık iki milyon yıllık bir geçmişe sahip ve bembeyaz kumu, turkuaz rengindeki suyu ile Türkiye’nin Maldivleri sayılan Salda Gölü var.

***

Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum, ‘korumak adına’ Salda ve çevresinin özel bölge ilan edilerek, Millet Bahçesi Projesi çerçevesinde yeniden düzenleneceğini duyurdu. Oysa Salda Gölü, Uluslararası Ramsar Sözleşmesi gereğince ve Milli Parklar Yasası kapsamında zaten koruma altında olan bir doğal tabiat parkı. Hali hazırda ziyaretçilerin çevreye bıraktığı çöpler nedeniyle kirlilik sorunu yaşanan Salda Gölü’nde; gölü besleyen su kaynaklarının, yargı kararlarına rağmen Devlet Su İşleri tarafından yapılan göletlerde toplanmasından dolayı da ciddi bir su kaybı gözleniyor. ‘Çevreyi korumak’ adına bakanlığın öncelikle el atması gereken bu iki hayati konu sırasını bekleyedursun; otoparkından kafeteryasına, bungalovundan çift şeritli asfalt yoluna kadar insanın doğaya zararını artıracak her türlü araç gerece sahip bir projenin ‘müjdelendiğini’ duymak elbette endişe verici. Hele ki bu ‘müjde’, son on yedi yılını betona olan sevdasını kanıtlamakla geçiren bir hükümetten geliyorsa…

***

Ülkemizde doğaya zarar veren pek çok proje gerçekleştirildi ve hiçbirinde bilime kulak verilmedi. Hem para kaybedildi, hem de ondan kıymetli olan doğal kaynaklarımız… Doldurulan kıyılar çöktü; HES’ler nehirleri kuruttu; göller kirlendi; maden ocakları toprağı zehirledi; alt geçitleri su bastı; ağaçlar kesildi; denizlerde balık bitti; dere yataklarına yapılan evleri sel aldı; beton blokların yükseldiği şehirlerde yağmuru emecek toprak kalmadı. Sonuç olarak yaşadığımız ya da yaşayacağımız her türlü felaketi fazlasıyla hak ettik, ediyoruz. Herhangi doğal ve tarihi güzelliği korumakla yakından uzaktan alakamız olmadığını defalarca kanıtladığımız için de, en iyisi Türkiye’de Salda Gölü diye bir yer olduğunu unutalım ki, böylece hayatta kalabilsin! Çünkü korumak ve çoğaltmak ne yazık ki bizim işimiz değil.