Üç aylık sürelerle tam yedi kez uzatılan OHAL 19 Temmuz’da sona erdi; ancak olağanüstü hal şartları yasa değişikliğiyle üç yıl daha yürürlükte kalmaya devam edecek. Dolayısıyla, konunun ölüm döşeğindeki insan hakları ve hukukun hayata döndürülmesiyle bir ilgisi yok. Meclis Adalet Komisyonu tarafından kabul edilen yasa tasarısının birinci bölümü önceki gün Meclis’ten geçti. Buna göre valiler uygun görmediği kişilerin kente giriş çıkışını yasaklayabilecek. Ayrıca halkın ‘belli saatlerde ve belli yerlerde’ dolaşmasını ve toplanmasını kısıtlayabilecek. Araç ve yayaların ne zaman, nerede ve nasıl duracağına da valilik karar verecek. Cezaya dönüşen uzun gözaltılar ve ihraçlar sürecek. Devlet görevlileri ve yargı mensupları hükümet tarafından her an azledilme tehdidi altında çalışacak, karar verecek. Kamu çalışanlarının, sorgusuz sualsiz işten çıkarılabileceği gibi herhangi bir yanlışlık tespitinde dahi tazminat hakları olmayacak. Kısaca, OHAL’in artık adı yok ancak hükmü çok.

•••

OHAL’i sürekli hale getiren yasa tasarısı Meclis’te görüşülürken söz alan HDP İstanbul Milletvekili Ahmet Şık, korkutma ve ayrıştırma üzerine siyaset kuranların yaraladığı toplumsal özsaygımızın ancak hakikatle iyileşebileceğini vurgulayan konuşmasına başlarken, kanun teklifinin hukuki dayanaklarına dair içerik tartışmasına girmeyeceğini söyledi. Çünkü Ahmet’e göre asıl tartışılması gereken iktidarın meşru ve yapmak istediklerinin hukuki olup olmadığıydı. “İktidar olmanın yarattığı kibrinizi yalan ve cehaletle yoğuruyorsunuz. Hakikati söyleyenlere yönelik saldırganlığınızı ise acizliğinizle besliyorsunuz. Ahlaksızlığınızı, yeterli gelmediğini biliyor olsanız da, yüzsüzlükle sıvıyorsunuz.”

•••

Ahmet’i yazdığı kitaplar, yaptığı haberler yüzünden yıllarca hapsettiler. İçeri attılar susmadı, dışarı çıktı susmadı. Halktan aldığı temsil görevini icra ederken de elbette sözlerin en hakikisini, en sivrisini seçecekti. AKP sıraları ayaklandı, AKP’li TBMM Başkan Vekili Mustafa Şentop mikrofonun sesini kıstı. Ahmet’in yarıda kesilen konuşması, tıpkı mahkeme salonunda engellenen savunması gibi kısa bir sürede elden ele çoğaldı, milyonlara ulaştı. ‘Acizlikle beslenen saldırganlık’, seçmenlerin sesini temsil eden kürsünün etrafını saranların desteğiyle vücut buldu. Ahmet’in konuşmasının da, diğer HDP’li sosyalistler Barış Atay ve Erkan Baş’ın saldırıya uğrayan Ahmet’in yanına hızla koşmasının da seçmenlerinin; ülkenin özgürlükçü ve demokrat insanlarının üzerinde cesaretlendiren, umutlandıran bir etkisi olduğunu biliyorum ve çok da kıymetli buluyorum ancak sadece buna yaslanarak yol alamayız. Hukukun rafa kaldırıldığı, baskı ve eşitsizliğin arttığı, ekonomik krizin, ahlaki çürümenin, kültürel yozlaşmanın içine savrulmuşken; atalet içinde yorgun, umutsuz ve kıpırtısız kalamayız, kalmamalıyız. “Herkes bildiğini yapar” diyor Ahmet. “Ben aklımla fikrimle bir şey söylemeye çalıştım. Onların bildiği de kaba kuvvet ve tamamen çoğunluk olmanın getirdiği bir güven ve kibirle saldırmak.”

•••

Gün, herkesin bildiğini en iyisiyle yapma günü. Varsın! Varım! Varız! Demokrasi, adalet ve eşitlik talep eden milyonlarız. Ancak bir kişi her şeyi yapamaz. Bunu beklemek, doğru olmadığı gibi gerçekçi de değil. Ortak hedefle bir araya gelmek, bilgi ve deneyimi paylaşmak, değişen oyunda yeni kurallar belirlemek gerekiyor. Sivil inisiyatifin gücünü, bizzat kendi üretimi ya da üreticiyle dayanışmasıyla örebileceği yeni modellere ihtiyacımız var. Park forumları, mahalle meclisleri, üretici kooperatifleri, atölyeler... Tek başına her şeyi yapamayız belki ama yapabileceğimiz o bir şeyden de vazgeçmeyelim.