Saldırı sistemli

BANU BÜLBÜL / PSİKOLOG

Ceren Özdemir, Ordu’da ailesiyle yaşayan yirmi yaşında bir kadındı. Sanatçı ve öğrenciydi. Bale dersi verdiği kurstan çıktı, sokakta yürürken hiç tanımadığı bir adam tarafından takip edildiğini fark etti. Arkasını kolaçan ederek hızlı adımlarla ilerledi. Aynı adam, yaşadığı apartmanın girişinde Ceren’e bıçakla saldırdı. Ceren yaşamını yitirdi.

Arkanda seni takip eden bir adam varken kaygılanmak, karanlık sokakta yürürken polisten, civardaki esnaftan yardım talep etmeyi aklından bile geçirmemek, çoğu zaman bir taksiye binmekten dahi çekinmek bu ülkede yaşayan kadınlar için ne kadar tanıdık. Takip edildiğinde bile suçlanabileceğini düşünmek zorunda bırakılmak, tüm masumiyetine rağmen çok erken yaşta öğrenilen suçluluk duyguları... Ne kadar tanıdık...

Kadın cinayetleri konuşulurken, yalnızca cezalara odaklı biçimde sorun ele alındığında, bu saldırıların nasıl önleneceği konusu gerçekçi biçimde ortaya konmadığında bize kalan yoğun bir kaygı oluyor genellikle... Suçu bireyselleştirip, suçluyu katilden ibaret gördüğünüzde, onun tutuklandığı hatta sağlığının da iyi olmadığı bilgisi kısa bir süre yüreğinizi hafifletebilir ama gerçek öyle midir? Ceren’i öldüren katilin hayat hikayesine bakalım; devletin koruması altında yurtlarda büyümüş 18 yaşına gelince öylece kapının önüne bırakılmış. Hırsızlık yapmış, madde kullanmış. 12 yaşındaki bir çocuğu ağır yaralamaktan tutuklanmış. Açık Cezaevinden yakın zamanda firar etmiş. Bu geçmişi ortaya dökmek onu “kurban” yapmaz elbette, onun failliği pekişmiş artık, fakat bu failliğin üretildiği sisteme de bakmak gerekmez mi? Yurtlarda ve cezaevlerinde neler oluyor? Kaç “din adamı”na karşılık kaç psikolog ya da sosyal çalışmacı çalışıyor bu kurumlarda? Sanat ve spor dersleri var mı örneğin? Toplumsal cinsiyet eğitimi veriliyor mudur misal? Elbette ki koca bir yokluk bu soruların yanıtları...

Sistemli saldırılar karşısında, “teslim ol ama mutluymuş gibi davran”, “teslim ol ama özgürmüş gibi davran” diyor kadına, erkek egemen kapitalist sistem... Oysa teslim olmak bile hayatta kalmak anlamına gelmiyor çoğu zaman. “Kışkırtmamak” için gözüne dahi bakmadığı adamlar tarafından öldürülüyor kadınlar, “teslim olduğu” ailelerde kocalar, abiler, babalar tarafından katlediliyor genellikle...

Erkek failliği sürekli yeniden üretiliyorken, kadınların savunma sistemleri binlerce yıldır saldırı altında... Özsavunma sistemimizi zedeleyen saldırılar, kız çocuklarına içinde yaşadıkları çağa, bulundukları bölgeye uygun olarak verilen “nezaket” eğitimlerinde, kendini korumak için yere bakmayı öğütlemekte, kimi zaman da özenle seçilen pasif anlamlı isimlerde gizli... Bazı duyguların ifadesinin daha çocukluktan yasaklanmasında, kendini göstermenin, yüksek sesle konuşmanın, düşüncelerinle öne çıkmanın hor görülmesinde, sana bağırana bağırmanın ayıplanmasında, sana el kaldırsa da “el kaldırmama” öğretilerinde... “İyiliğin için söylüyorum” başlıklarında gizli... Ama biliyoruz ki açık ya da örtük saldırılara karşılık çeşitli kılıklara girmiş binlerce yıllık bir isyan, binlerce yıllık bir direniş aynı zamanda kadınlığın tarihi... Özsavunma bilgisi biraz da bu tarihte gizli...

Yitirdiklerimizin acısı, yüreğimizde, bilincimizde kocaman bir anıt... Elbet şehir meydanlarına aramızdan koparılan kadınların adının birer birer yazılı olduğu anıtları dikeceğimiz günler de gelecek. Ceren Özdemir’in Ordu’da sanat yapma çabasını, Ceren Damar’ın zengin öğrencinin rüşvet teklifine direnen, hileye karşı çıkan inancını ve cesaretini taşıyan kadınlar bulundukları tüm yerellerde yanyana bir arada durmanın yeni yollarını yaratıyorlar, her gün daha güçlü şekilde...