Suçüstü yakalanan tarikat ve cemaatler panik halinde topyekûn saldırıya geçti. Siyaset Bilimci Sibel Özbudun “Tarikatlara alan açılması cinayettir” diye konuştu.

Saldırının sebebi suçları
Fotoğraf: Hiranur

Ülke günlerdir BirGün’ün ortaya çıkardığı Hiranur Vakfı Onursal Başkanı’nın kızını 6 yaşta evlendirmesi ve çocuğun uzun yıllar istismara maruz bırakılmasını konuşuyor. Bu yaşananlar ülkedeki tarikatları tekrar gündeme taşıdı. Haberimize dair bu çevrelerden gelen tepki ve tehditlerin arkasında da suçüstü yakalanmanın paniği var. Sivil toplum, yardım kuruluşu, hayırseverlik kisvesi altında tüm ülkeyi İslami kurallarla yönetme hayallerinin ortaya çıkmasından edişe taşıyorlar. Tarikatların yanı sıra vakıflar ve diğer dini yapılarla AKP’nin kurduğu ortaklık ülkenin son 20 yılının özeti oldu. Fakat bu durum çok öncesinde başladı.

TARİHSEL ORTAKLIK

Türkiye’nin NATO’ya girmesiyle başlayan süreç hem 60’lı yıllar hem de 70’li yıllar boyunca kendini hissettirdi. Devletin önünü açtığı gericiler, bu yıllarda birçok eylem gerçekleştirdi. Cihat çağrıları eşliğinde solun ezilmesi için gericiler devletin sokaktaki en büyük gücü oldu. 12 Eylül’den sonra ise solun üzerinden darbecilerin adeta silindir gibi geçmesinin ardından özellikle Özal döneminden başlayarak kamusal alan yavaş yavaş tarikatların, cemaatlerin ve diğer dini yapıların hizmetine geçti. Kendisi de Nakşibendilere yakın olan Özal döneminde devlet içindeki tarikat örgütlenmesi vurgulanarak ‘takunyalılar’ ifadesi çok sık kullanıldı.

AKP döneminde ise tarikatlar adeta iktidarın ortağı haline geldi. Özellikle AKP’nin ilk yıllarında bugün bir ‘terör örgütü’ olarak anılan Fethullah Gülen Cemaati devletin her alanına yerleştirildi. Bakanlar, milletvekilleri atadı. Ülke adeta iktidar Fetullahçıların eline teslim edildi. AKP ile Gülenciler birlikte gerçekleştirdikleri Ergenekon operasyonlarıyla kendilerine muhalif olanlarla hesaplaşmaya girişti. Fakat 17-25 Aralık sürecinde AKP’nin eliyle büyüttüğü Gülenciler silahlarını onlara çevirince ‘Paralel Devlet Yapılanması’, ardından da ‘Fethullah Gülen Terör Örgütü’ (FETÖ) olarak anılmaya başladı. Bu süreç 15 Temmuz Darbe Girişimi’ne kadar uzandı.

Darbe girişiminin ardından ise FETÖ’nün boşalttığı alanlara başka tarikatlar ve dini yapılar yerleştirildi. FETÖ’nün etkin olduğu alanlardan olan eğitim, gerici vakıflara teslim edilirken cemaatlere birçok bakanlıkta etkin hareket olanağı sağlandı. İktidarın ülkeyi dini yapılanmalarla birlikte yönetme tercihi ise darbe girişimine rağmen sürdü.

15 Temmuz’un ardından pastadan en büyük pay alan cemaatlerden olan İsmailağa Cemaati, MEB ile yaptığı protokollerle eğitimin gericileşmesinde büyük rol oynadı. Cemaat öğrencilere, “Akademiye kaydolabilmelek için liseyi dışarıdan bitirin” telkininde bulundu.

15 Temmuz sonrası Menzil Tarikatı da tıpkı İsmailağa Cemaati gibi adını daha fazla duyurmaya başladı. Çok sayıda radyo-televizyon kanalı bulunan tarikat daha çok, yetişkinleri ve gelir düzeyi görece iyi olan kişileri bünyesinde topladı. Eski Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez’in görevden ayrılmasında pay sahibi olduğu belirtilen Menzil, İçişleri Bakanlığı, Adalet Bakanlığı ve Sağlık Bakanlığı’nda da etkili. AKP iktidarından en fazla, “nemalanan” grupların başında ise “Malatyalılar” ismiyle bilinen cemaat geliyor. Kadrolaşmaya özel önem veren grup, boşalan kamu kadrolarını doldurma konusunda diğer cemaatlerle yarışıyor. Kendilerini, “Risale-i Nur Hareketi” olarak tanımlayan Nur Cemaati ile iktidarın ilişkileri bir küs bir barışık ilerliyor.

BUNUN ADI CİNAYET

Siyaset Bilimci Sibel Özbudun tarikatların ‘sivil toplum örgütü’ gibi algılandığına dikkat çekerek şunları söyledi: “Tarikatlar sivil toplum örgütü değildir. Bu 90’lardan sonra neoliberalizmle birlikte ortaya atılmış bir fikir. Fakat bu argüman kabul edilebilir değil. Tabii bu düşünce devletin sosyal işlevinin küçültülmesiyle ortaya çıkmıştır. Fakat sivil toplum gönüllülük üzerine olur. Fakat tarikatlar kişinin özgür iradesinin olduğu kurumlar değildir.”

Kamusal alanın devlet eliyle tarikatlara bırakıldığını aktaran Özbudun şöyle devam etti: “80’li yıllardan sonra özellikle Özal’la beraber devletin kamusal işlevi daraltıldı. Neoliberalizm devletin küçülmesini söyledi ancak devlet küçülmedi, örneğin güvenlik politikalarında devlet eskisi kadar işlevini sürdürüyor. Fakat emekçilere, yoksullara, topluma olan görevleri konusunda devletin sosyal işlevi küçültüldü. Siyasal İslamcı iktidar da devletten boşalan bu alanlara tarikatları yerleştirdi. Toplumsal destek sağlamak için bunu yaptı. İtaatkâr ve uyumlu nesiller yaratmak için yaptılar. Başta Cumhurbaşkanı olmak üzere sürekli bahsedilen kültürel kavgadan kasıt da bu. Tarikatların, cemaatlerin ve diğer dini yapıların bu konuda büyük işlevi oldu.

Kamusal alanın korunması devletin görevidir. Örneğin eğitim ve sağlık kamusal görevlerdir. Bu alanın tarikatlara bırakılması tamamen cinayettir. Hem geleceğe hem de bugüne cinayettir.”