Salgın başladığından beri ilk kez kendimi diğer ülkelerden geri kalmış hissediyorum.

Geçen yıl kendimi avutmak için kurduğum bazı cümlelerim vardı: “En azından sadece biz değil tüm dünya bundan etkilendi. Evlerine tıkılan sadece biz değiliz. Tüm dünya durdu. Sadece bizde iptal olmadı konserler” vb. Bu cümleler beni bir yere kadar idare etti, bundan sonra yoluma katırlarla devam ediyorum. İyi, kötü yönetilen tüm ülkeler halkı aşılayıp konuyu hızla kapattı, kapatamayanlar ise çabalıyor. En azından çabalıyorlar.

Aşı bulunana kadar bizimkilerin bir iş beceremiyor oluşu çok göze batmıyordu. Ne olduysa aşı bulununca oldu. Herkes takır takır aşısını oldu ve hızlıca normale dönmeye başladı. ABD’de, Avrupa’da konser turne tarihleri açıklanmaya başlandı. Açıklanan festivallerin biletleri bitti bile.

Geçen yıldan beri virüsün konser alanlarında, etkinlik ve festivallerde yayılım oranı araştırmaları yapılıyor Avrupa’da. Bizde tam olarak ne olduğu belli değil. Kafası kesik tavuk gibi koşturuyoruz. Hasar raporu yok. Rapor yoksa hasar da yok gibi bir anlayış hâkim. Durum pek de böyle değil oysa ki.

En son geçen haftalarda COVID-19 salgını boyunca sosyal mesafe kuralı kaldırılarak ilk kez gerçekleştirilen yüksek katılımlı bir konser sırasında virüsün bulaştığına dair hiçbir işaret görülmediği açıklandı. 27 Mart’ta İspanya, Barselona’daki Sant Jordi Spor Salonu’nda gerçekleştirilen konsere 5 bin kişi katılmıştı. Tüm katılanlara Covid-19 testi yapıldı, herkes maske taktı. Tuvalet kullanımı için özel bir sosyal mesafe kuralı da yoktu üstüne üstlük. Bununla birlikte konserden 15 gün sonra sadece 6 kişinin 2. testinde pozitif sonuca rastlandı.

Medeni ülkelerde sanat ve sosyal yaşam vazgeçilmez ikili olduğundan böyle araştırmalara ödenek ve vakit harcanıyor. Bize uzak şeyler bunlar. Müzisyenler iki yıldır işsiz. Aşılama olmadığı için konserler ne zaman başlayacak belli değil. Konser çok uzak ihtimal gibi görünüyor çünkü ben daha tek kişilik spor salonuma bile gidemiyorum.

Sokaklarda protesto için on binlerce insan toplaşıp yürüyebiliyor, eşimle birlikte bomboş sokakta köpeğimizi gezdirirken iki polis tarafından uyarıldık: “Köpeği iki kişi gezdiremezsiniz.” Yok artık ya.

THE BLACK KEYS’DEN YENİ COVER ALBÜM

Birçoğumuz The Black Keys’e Brothers (2010) albümleriyle hayran oldu. O ham ve çiğ soundlarını çok sevmiştim. Klasik rock n’ roll ve garaj rock şarkıları aradığımız sadeliğe sahipti. Fakat grubu 2012’de İngiltere, Reading Festivali’nde izlediğimde yiyecek daha çok fırın ekmekleri olduğunu düşünmüştüm, daha yolları vardı gidecek. O sahnede izlediğimden beri grubun abartıldığı fikrine inancım tam. Onları hep sevdim ama fikirlerim hiç değişmedi, zaten Brothers’ın üstüne çıkan bir albüm de yapmadılar. Son albümleri “Delta Kream”i de “Ne kadar basitçe kurgulanmış ne kadar sade” diyerek övmeyeceğim. Fakat öyle bir albüm. Brothers’ın grubun en büyük başarısı blues ve garaj rock türlerini tüm dünyada tekrar konuşulur hale getirmiş olmaktı, gerçekten hakkını verelim bu büyük bir başarı. “Delta Kream”de ekip, Big Joe Williams, John Lee Hooker, Mississippi Fred McDowell, R.L. Burnside, Junior Kimbrough gibi blues efsanelerinin şarkılarını tekrar yorumlamış. İki gün içinde akşamüstü saatlerinde toplanarak kaydetmişler albümü, yaklaşık 10 saatte de paketlemişler. Şarkıları kendi şarkılarıymış gibi yorumlamışlar, cover dediğin de böyle olmalı. Fakat albümü yazısını yazmak için birkaç kez dinledim. Bir daha dinler miyim bilmiyorum, zira 2-3 kez dinlemek bana yetti. Albümde, delta blues türünde sıklıkla duyduğumuz kendi aralarında konuşmalar, nefes seleri ve birtakım organik stüdyo seslerini de duyuyoruz yani Amerika’yı yeniden keşfetmemişler fakat uygulama güzel. Bu albümün hayatınızı değiştirmesini beklemeyin ama sabah kahvesinin yanında iyi gider.

salgin-basladigindan-beri-en-yalniz-gunlerimiz-876369-1.