ABD koronavirüsten en çok etkilenen ülke konumunda. Uzun bir süre bu konumunu da kaybetmeyecek gibi duruyor. Monthly Review’e konuşan ABD'li düşünür Noam Chomsky virüsün kapitalizmin intihar eğilimlerinin salgın nedeniyle ortaya çıktığını anlattı

Salgın, kapitalizmin intihara meylini gösterdi

JIPSON JOHN
JItheesh PM

Dünyanın en güçlü ve zengin kapitalist ülkesi ABD, koronavirüsün yayılmasını neden önleyemedi? Bu siyasi iktidarın mı yoksa sistemin mi sorunu? Üstelik koronavirüs krizine rağmen Trump’a olan destek marttan bu yana artmış. Sizce tüm bunlar Amerikan seçimlerini etkileyecek mi?

Biraz geriye, salgının başlangıcına bakmakta yarar var. Beklenmedik değildi. 2003’teki SARS salgınından sonra, bilim insanları SARS’ın bir türevi olacak başka bir salgının muhtemelen geleceğini öngörmüşlerdi. Fakat bu bilginin kendisi yeterli değildi. Birilerinin bir şey yapması gerekiyordu. İlaç şirketleri umursamadı. Pazarın işaret ettiği yönde gitmeyi tercih ettiler ki kâr başka yerdeydi hükümet bu konuda adım atabilirdi fakat onun da önünü neoliberal doktrin tıkamıştı.

Trump, Salgın Kontrol Merkezi'nin bütçesini kesip ABD’nin hazırlıksız yakalanmaması için gerekli müdahalelerde bulunabilecek uygulamaları durdurarak durumu daha da kötü hale getirdi. Öte tarafta Çin virüsü çok hızlı teşhis etti, gen dizilimini buldu ve 10 Ocak’ta kamuya gerekli bilgiyi verdi.

Benzer şekilde kimi ülkeler hızlı müdahale ile sorunu kontrol altına aldı. Trump ise Amerikan istihbaratı ve sağlık kurumlarının birden çok kez yaptığı uyarıları dikkate almadı, bunun geçip gidecek bir nezle olduğu konusunda ısrar etti. Gerçekten sorunu ciddiye almaya başladığında aylardan mart olmuştu, çok çok geçti. On binlerce Amerikalı çoktan hayatını kaybetmişti ve salgın kontrol edilemez boyuta gelmişti.

Dolayısıyla, ABD üç yerden darbe yedi; kapitalist mantık, kapitalizmin vahşi neoliberal varyasyonu ve vatandaşı umurunda bile olmayan bir iktidar.

Bir başkan böyle bir konuda tavır gösterdiği zaman sebebi genelde kendine güveni tazelemektir, fakat Trump’ın tavrının etkisi çok hızlı geçti. Beceriksizliği ve kabahati muhtemelen yeniden seçilme ihtimaline eksi olarak yazıldı fakat kasıma kadar olabilecek çok şey var.

Dijital teknoloji ve devlet kontrolü şu an birçok ülkede salgının tespiti ve mücadelesi noktasında çok işe yarıyor fakat uzmanlar bunun otoriterliği ve gözetleyen devlet yapısını da teşvik ettiğinden endişeli. Bu endişelere katılır mısınız?

Birbiriyle çelişen etmenler var. İş dünyası ve gerici devletçiler, geçmiştekine benzer fakat daha otoriter bir varyasyonu için ittifak halinde. Toplumsal hareketler daha adil ve özgür bir dünyaya geçiş talep ediyor. En sonunda ne olacağı bu güçlerin arasındaki mücadeleyle belli olacak.

Eldeki durumda yoksulların durumunu iyileştirebilmek için gereken önlemler sizce neler? Yeni bir sosyal demokratik anlayış mı yoksa daha fazla tasarruf önceleyen, şirket kurtaran bir politika mı izleyecek hükümetler?

Gerekli ekonomik önlemlerin ne olduğunu biliyoruz. Bu krizin ne doğuracağını bilmiyoruz. Neoliberalizmin son kırk yılının vahşi kapitalizminin lehtarları, ki kendileri içerisinde bulunduğumuz salgın da dahil olmak üzere çoğu sorunumuzun müsebbipleridirler, bu krizden de kâr odaklı çok daha sert bir yapıyla çıkmak istiyorlar. Eğer güçlü bir direnç görmezlerse başarılı da olurlar fakat bunu şu anda öngöremeyiz.

Toplumsal güçler çok daha farklı ve güzel bir dünya yaratabilecek formu almaktalar. Bu şu an bile, Avrupa’dan Yanis Varoufakis, ABD’den Sanders’in çağrısıyla, şimdi küresel güneyi de içine alarak uluslararası bir boyutta oluşmakta.

Şunu aklımıza sokmalıyız, bu kriz her ne kadar şiddetli geçse de daha kötüsü kapıda. Bu salgının yaralarını sarabilmek için çok daha büyük bedeller ödeyeceğiz. Buzulların erimesinin geri dönüşü ise olmayacak, Himalayalar’daki buzullar ve iklim değişikliğinin diğer bütün ölümcül etkileri eğer dünya yeni bir yön belirlemezse Güney Asya’yı yaşanamayacak bir hale getirecek, üstelik çok uzak bir gelecekte de olmayacak bunlar. En son araştırmalar, dünyanın bu seviyeye, bu hızla gidildiğinde 50 yılda varılacağını ön görüyor.

Rob Wallace gibi epidemiyoloji uzmanları, kâr amaçlı kapitalist mantığın yaban hayatın eko sistemi ile beşeri tabiatının çelişkisinin çok daha görünür olduğunu ve bunun virüslerin insanlara ulaşmasının yolunu açtığını söylüyorlar. Bu yüzden de kapitalizmin krizinin aslında sağlık krizine sebep olduğunu ve bir ‘normale dönüş’ olamayacağını. Siz ne düşünüyorsunuz?

Çok doğru. Tabiatın yok edilişi ve sürdürülemeyecek toprak kullanımı böyle sorunlara yol açacak, hatta bu salgından da gördüğümüz açmakta da. Dizginsiz kapitalizmin intihar eğilimleri bu sağlık kriziyle birlikte kendini birçok şekilde gösterdi. 2003’teki SARS salgınından sonra da uzmanlar bunun tekrarı olacağı konusunda uyarıp hazırlanmak gerektiğini söylemişti. Hazırlanan oldu mu?

Dev ilaç şirketlerinin böyle bir hazırlık için yeterli kaynağı vardı fakat kapitalizmin normal mantığı bunun önünü kapattı. Kârlı değildi. Hükümet adım atabilirdi, bunun önüne de neoliberalizm vebası geçti, hükümetlerin, özel şirketlerin şu anda olduğu gibi kendi yarattıkları krizden kendilerini kurtarmak dışında, kontrollerindeki dünyaya müdahale etmemesi gerektiği salık verildi.

İklim değişiminin, bundan çok daha tehlikeli olacak başka bir salgın yaratacağı öngörülüyor. Bilim adamları nasıl hazırlık yapılacağını biliyor, fakat birilerinin elini taşın altına koyması gerekiyor. Eğer gözümüzün önünde olup bitenden ders çıkarmazsak, sonuçlar ölümcül olacak.

Büyük ilaç şirketlerinin ya da hükümetlerin elimizdeki tek seçenek olduğunu düşünmemeliyiz. Hatta kamu tarafından finanse edilen bu şirketlerin varlığına ihtiyaç duyup duymadığımızı da sorgulamamız gerekiyor. Neden kamulaştırıp, hatta toplumun ve işçilerin kontrolüne verip sermaye birikimi ve özel teşebbüsün gücüne güç katması için değil sadece insani ihtiyaçlara yönelik çalışmaları seçeneğini düşünmüyoruz?

Virüsle mücadele için halklar arasında dayanışma bağları kurulmalı. Fakat tersine ırkçı, farklılıklara tahammülsüz bir suçlama tiyatrosu izliyoruz, Çin’i tehdit, Dünya Sağlık Örgütü'nün bütçesinin engellenmesi, İran ve Venezuela’ya daha da kapsamlı ambargolar, sağlık ekipmanları konusunda rekabet gibi. Patrick Cockburn, bunu Amerikan hegemonyasının çöküşü olarak yorumladı. Katılıyor musunuz?

Bunların çoğu Trump iktidarının ve uyguladıkları alışılmışın da ötesinde kirli bir emperyalist formun sonuçları. Fakat bunun ötesi de var ve bize çok şey anlatıyor. Avrupa Birliği’ni ele alalım, ki bir birlik olduğunu vurguluyorum. En zengin ve güçlü ülkesi Almanya, ki krizi görece gayet iyi yönetiyorlar. Hemen güneylerinde ise salgından en çok çeken ülke bulunuyor: İtalya. Peki, Almanya İtalya’ya sağlık yardımı yapıyor mu? Şu ana kadar duymadık. Neyse ki İtalya‘ya Küba hayati sağlık yardımını yaptı. Gerçek enternasyonalizm budur, ve buna ilk kez tanık olmuyoruz. Şartlar, feci halde ihtiyaç duyduğumuz enternasyonalizmin ne olduğunu da bu şartlarda bencil davranmanın hepimizi yok edecek sonuçlar yaratacağını da gösteriyor.

Trump, hiç şüphesiz ABD’ye ciddi zarar veriyor, fakat onun bile Amerikan hegemonyasına gözle görülür bir zararı olacağından şüpheliyim. Amerika hâlâ çok güçlü. Askeri alanda rakip tanımıyorlar. Hâlâ en ağır ambargoları, hatta üçüncü parti ambargoları tüm karşıtlıklara rağmen uygulayabilen tek ülke. ABD, yüzyılın anlaşması dediği İsrail-Filistin meselesindeki teklifi sunduğu anda, tüm dünyanın uyacağı bir çerçeveye dönüştü. Eğer bu teklifi başka bir ülke sunsa tepki çok daha büyük olurdu. Dünyadaki sermaye birikiminin yarısı ABD merkezli çok uluslu şirketlere ait ve neredeyse bütün ekonomik kategorilerde ya birinci ya da ikinci sıradalar.

Diğerlerinin ABD’den hoşnutsuzluğu artıyor. Fakat çekinmekte haklılar çünkü şu an dünya sahnesinde ciddi bir rakipleri hâlâ yok.

Monthly Review’dan çeviren
Yusuf Tuna Koç