Salgın riski altında okula dönüş: Durum karmaşık, kafalar karışık!

ŞERMİN KÜLAHOĞLU

İnsanlık tarihinde eşi görülmemiş bir felaket döneminden geçiyoruz. Doğa, kendini beğenmiş insanın ve onun yarattığı uygarlığın zararlarından kendini korumak için cezamızı kesti, öcünü alıyor. Bir virüsle dışarıyı bir tehdit haline getirdi ve bizi içerilere tıktı. Yetişkinler işlerinden, çocuklar okullarından koptu. Yakınlarımızdan dostlardan, arkadaşlardan uzak, evlerimize hapsolduk. İnsanlık için trajik bir durum yaşıyoruz. Belirsizlik, kaygı ve korku içinde olacakları bekliyoruz. Bu bekleyişte sıklıkla söylendiği gibi “hepimiz aynı gemide miyiz?” Tabii ki hayır. Herkesin bu süreci, sınıfsal konumuna bağlı yaşam koşulları içinde farklı yaşadığını belirterek, yeni bir şey söylemiş olmayacağım.

Bu yazının konusu olan ‘Pandemi Kuşağı’ çocuklarına bakıldığında, yaklaşık yüzde 10-15’lik bir azınlık grubunun, evlerinde mutlu mesut yaşarken, belki okula dönmeyi bile istemedikleri söylenebilir. Bir duvarına boyunca portresi çizdirilmiş olan ultra lüks odasının ve evinin konforunun kırıntısını bulamadığı için okula gitmek istemeyen çocuğu uç bir örnek olarak verebilirim. O uzaktan eğitilmeyi seviyor. Kitap, TV, internet, ilgi gibi tüm kaynaklara sahip. Beyaz yakalı veya orta sınıf ailelerin çocukları da uzaktan eğitimde evden öğrenmeye devam edebiliyorlar. Ama büyük çoğunluğu oluşturan, yoksul, tarım işçisi, anadili farklı ailelerin çocukları, okullar kapalı olunca öğretmeden de mahrum kaldılar.

Şu tabloyu gözünüzde canlandırmaya çalışın: İşini kaybetmiş olan baba, evde canı sıkkın, her an patlamaya hazır oturuyor. TV’nin sesini sonuna kadar açmış boş boş bakıyor. Anne gün boyu etrafında dolananlardan ve ev işlerinden bunalmış feveran ederken, küçükler ortalığı sürekli dağıtıyor. Biraz sonra kavga patlar ve baba kapıyı çarparak çekip gider. Ağlamaktan yorulmuş anne, moralini toplamak için müziği açar ve coşkuyla dans etmeye başlar. Uzaktan öğretim derslerini izlemek için sandalyenin üstünde internet bağlantısı yakalamaya çalışan oğluna seslenir: “Beni çek, iyi çek. Babana nispet yapacağım.” Bu çocuk evden eğitimini nasıl sürdürür? O ve onun gibiler, uzaktan eğitim sisteminin dışında bırakılmışlardır. Onlar için tek öğrenme ortamı okuldur.

EBA’YA GİREN YÜZDE 40

Milli Eğitim Bakanlığı’nın hazırlıksız yakalandığı Covid-19 krizinde, uygulamaya koyduğu “Acil Uzaktan Öğretim” girişimleri, kimseyi memnun etmiş görünmüyor. Sonuçta, öğrencilerin yüzde 60’ı bu süreçte EBA’ya giriş dahi yapmamış, EBA üzerinden yürütülen canlı derslere öğrencilerin sadece yüzde 15’i katılmış. Büyük çoğunluğun internete erişimindeki yoksunluk sorunu ve eşitsizlik dile getiriliyor. Türkiye, ‘Okul Çalışmaları İçin Bilgisayara Erişim’ listesinde 77 OECD ülkesi arasında 64’üncü sırada yer almakta. ‘Sessiz Çalışma Alanı Olan Öğrenciler’ listesinde ise 49’uncu sırada. OECD raporunda, bilgisayar sahipliği oranı 2016’da yüzde 50,6 iken 2019’da yüzde 44,1’e gerilediği görülüyor.

Bir anket çalışmasında veliler, çocuğunun uzaktan eğitimlere katıldığını (yüzde 87) ancak bunun iki saatten az (yüzde 62) olduğunu, çocuğun uzaktan eğitime katılmak istemediğini (yüzde 64,4) internet erişim sorunları yaşandığını (yüzde 59,9), sonuçta EBA canlı ders uygulamasını (yüzde 69,2) ve uzaktan eğitimi verimsiz bulduklarını (yüzde 69) belirtmişler. Eğitim-Sen’in raporuna göre çocuklar, uzaktan eğitime uygun olmayan biçimde, örgün eğitimdeki kitaplarla verilmeye çalışan dersleri sıkıcı bulmuşlar. TV’deki sistemi açık tutup derse katılmadıkları gözlenmiş.

SİSTEM VERİMSİZ

Eğitim- Sen’in öğretmen anketinin sonuçlarıysa şöyle: “Öğretmenler canlı derslerine sınıf mevcutlarının yarısından fazlasının katılmadığını, katılan öğrencilerin yüzde 70’ten fazlasının da derslerde ses ve kameraları kapalı tuttuklarını gözlemlemişler. Öğretmenlerin neredeyse tamamı (yüzde 93,8) uzaktan eğitimin verimli olmadığını ifade etmiş. İşin içine hazırlıksız girdiklerini, eğitim ve teknik destek almadıklarını, verdikleri eğitimi değerlendirme olanağı bulamadıklarını, sunulan dijital teknolojinin yeterli olmadığını, süreci planlama ve yönetmede yetersiz kalındığını, kendilerine aynı derste birden fazla sınıf verildiğini, öğrenci sayısının 100’leri bulduğu vs. gibi birçok aksaklık belirtmişler.

Sonuç olarak, tüm bu olgular bir araya getirildiğinde “Acil Uzaktan Öğretimin başarılı olmadığı görülüyor. Başta öğrenciler, artık okulda yüzyüze eğitime başlanması istiyorlar. “Altı aydır evdeyim. Arkadaşlarımı çok özledim” diyen çocuklar bir yana, “Artık halim kalmadı. Okul açılsın da çocuklar gitsin başımdan” diyen anne-babalar diğer yanda… Eğitim sendikaları ve veli dernekleri, “Her yer açık olduğuna göre devlet okulları da uygun şartlarda açılmalı ve eğitim yaygınlaşmalı” diyor. MEB de birçok ülkede olduğu gibi, okulların kapalı kalması değil, kontrollü olarak açılmasına odaklanmış gözüküyor. Yani okula dönüş konusunda büyük ölçüde uzlaşma var. Ancak burada kafalar biraz karışıyor: Mevcut durumda salgın pek kontrol edilemiyorken, eğitim kurumları ne kadar güvenli ve yeterli. Bu kaygılar şöyle özetlenebilir:

Okulların kapalı kalması sonucu telafi edilmesi güç öğrenme kayıpları yaşanmaması ve eksiklerin artmaması.

Dezavantajlı öğrenciler aleyhine öğrenme farkının daha fazla açılmaması ve okulların eşitsizlikleri azaltıcı, telafi edici rolünün kesintiye uğramaması.

Çocukların sağlığı ile geleceğini birlikte korumak.

Çocukların okul ortamında öğrenirken, sosyal ve duygusal gelişimlerini de sürdürebilmeleri.

Bir yanda okulların tüm tedbirler alınarak güvenli bir şekilde açılması gerektiği savunulurken bazı veliler de yüz yüze eğitim için aranan fiziki ve sağlık koşullarının yeterliliğine ilişkin kaygılarını dile getiriyorlar.

OKULDA YENİ NORMAL

Okulun yeni normale açılımı konusunda birçok soru ortaya çıkıyor:

Okulların salgın koşullarında açılması, yaklaşık yüzde 20 ek maliyet yaratıyor. MEB bütçesi, çocuklarımızın sağlığını ve yaşamlarını koruyan kontrollü ve güvenli ortam sağlamak için yeterli mi? Bütünlüklü bir risk analizi ve çözüm önerileri planlaması yapıldı mı? Salgının yaygınlaşmaması için gerekli alt yapı ve önlemler standartlara uygun şekilde sağlandı mı? Kısaca okullar yüz yüze eğitime ne ölçüde hazırlıklı?

Çocukların uzaktan öğretim sürecinde yaşadıkları ortamlar (aile, sokak, market vb.) virüs açısından okullara göre daha az riskli olmayabilir ama ülkemizde okulların temizlik notunun (örneğin tuvaletler) ne kadar düşük olduğunu biliyoruz. MEB velilere imzalatmak için hazırladığı taahhütnamede sorumluluğu veli ve öğrenciye yüklediği gerekçesiyle eleştiriliyor. Veliler, okulda standartlara uygun sağlık koşulları sağlandı mı, öğretmenler risk ve salgın konusunda çok yönlü olarak eğitildiler mi, okulda revir ve sağlık personeli bulundurulacak mı, sorularına yanıt arıyorlar.

Servisle ulaşımda virüs kapma riski nasıl önlenecek? Öğrencilerin okul servisi veya toplu taşıma kullanmak zorunda kalmamaları için bulundukları bölgelerde geçici mahalle derslikleri, derslerin uygun öğrenci sayısında gerçekleşmesi için okullara prefabrik eklemeler yapılamaz mı? Özellikle kırsal kesimde taşımalı eğitime nasıl son verilebilir? Ulusal, bölgesel/yerel ve okullar düzeyinde planlama yapılarak, okullara gidiş-geliş saatleri farklı düzenlenemez mi? Öğrenci yoğunluğu veya pozitif vaka olmayan yerleşim yerlerinde okullar tam zamanlı olarak açılamaz mı?

Çocuklarımız evlerde kapalı kalmaya bağlı, sosyal ilişki ve hareket kısıtlılığı, kilo alma gibi sorunlar yaşadılar. Yeni normalin okul ortamı, hareket, sosyalleşme, sağlıklı etkileşim ihtiyaçlarını ne kadar karşılayabilecek? Öğretmenler sıraların arasında dolaşma alışkanlığını terk etmek zorunda. Öğrenciyi rahatlatmak, teşvik etmek için omzuna dokunamayacak, yüz maskeleri, mimikleri, sözsüz mesaj yolunu kısıtlıyor. Her öğrencinin kendi malzemesinden başka bir şeye dokunmaması gerekirken paylaşımlı materyaller nasıl kullanılacak? Öğretmen tüm bu yeni etkileşim biçimlerine ne ölçüde uyum sağlayabilecek? Çocuklar birbirlerine sarılamayacak, sosyal mesafeyi, maskeyi unutmak yok. Unuttuklarında ceza mı alacaklar? Yeni normalin bir sürü kısıtlaması altında çocuklarımız ne kadar sosyalleşebilecek?

Sonuçta, okullarda yeni normale geçmek için kurumun kuralları, standartları, işleyişi ve rutinleri hakkında çalışanların ve öğrencilerin çok iyi bilgilendirilmesi gerekiyor. Sağlık talimatlarını (hijyen, mesafe önlemleri vb.) ve bunların değişen ortamlara (çeşitli mekânlar, koridorlar, okul bahçesi, uzmanlar, okul servisi, çatışma durumları) göre uygulanışını açık, net ve ayrıntılı biçimde ortaya koyan bültenler hazırlanmalı. Yetişkinler ve çocuklar, her yeni durum karşısında durup sormayı öğrenmek durumundalar: “Şu anda yaptığım doğru mu, yoksa kendimi korumak, grup için riskleri azaltmak doğrultusunda başka ne yapabilirim?”

Sonuçta 21 Eylül’de, yüz yüze eğitime sadece okul öncesi ve birinci sınıf öğrencileriyle başlanıyor. Üç haftanın sonunda diğer kademeleri ve sınıfları kapsaması konusunda süreç değerlendirilecek. İlk haftanın bir günlük uyum programının devamında, haftada 2 gün, 30’ar dakikadan toplam 5 ders eğitim verilecek. Sınıfın yarısı pazartesi-salı günleri, ikinci yarısı da perşembe-cuma gelecek. Çarşamba günü ve hafta sonu derslere ara verilecek.

Dijital çağın gereği olarak, eğitimin her zaman her yerde olabilmesi yönünde, “okulsuz eğitim- duvarsız okul” modelleri, dünyada uzun zamandır tartışılıyor. Ülkemizde, Covid-19 baskısı altında deneyimlenen girişimler, sistemin esnekliği, gelişmesi ve yeniden yapılandırılmasını sağlayacak, geleceğe dönük adımları oluşturabilir. Bizlere de çocuklarımızın okul yaşamını daha iyi yapmak için, STK’er, dernekler, kooperatiflerle bir araya gelmek, çocuklarımız için okulumuza sahip çıkmak düşüyor sanırım.