Felaketleri unutma eğiliminde oldu hep insanlık. 50 milyon insanı öldüren İspanyol Gribi gibi bir felaket bile toplumsal hafızadan uzun yıllar silinebildi. ABD’de bir araştırmacı ders kitapları üzerinde yaptığı bir araştırmada, İspanyol Gribi’nden sadece tek bir cümleyle bahsedildiğini görmüş. Türkiye’deki ders kitaplarında durum nedir bilmiyorum. 19 milyon kişinin öldüğü I. Dünya Savaşı aynı kitaplarda çok daha fazla yer alırken, 50 milyon insanı öldüren salgına tek bir cümleyle yer verilmiş olması, toplumsal açıdan salgınlara yönelik bastırma ve inkâr savunma mekanizmalarının kullanıldığı anlamına gelebilir mi? Yakın zamanda yaşanan İzmir Depremi, kolayca gündemden çıkmadı mı?

Darian Leader’ın ‘European Journal of Psychoanalysis’ dergisinde yer alan yazısında değindiği gibi, İspanyol Gribi nedeniyle kızı Sophie’nin ölümünden sonra bir mektubunda “Şimdiki gibi ölümle dolu bir zaman hatırlıyor musun?” diye yazan Freud dışında, hiçbir psikanalist ne mektubunda, ne de anılarında bu felaketten bahseder. Dairan Leader, Covid-19’un tarihte hatırlanma ihtimalinin daha yüksek olmasını medyanın sürekli olarak bu salgını gündemde tutmasıyla açıklıyor ama, daha bu yaz tatilinde ve bayram günlerinde insanların davranışlarına bakınca, pek de umutlu görünmüyor manzara.

Salgın gibi belirsizlik yaratan ve ciddi bir kaygı nedeni olan durumlarda, toplumun çocuksulaştığını, bu durumun kötücül fantezileri besleyen her tür yalan habere karşı insanları savunmasız bıraktığına değiniyor Leader. Televizyonlarda salgınla ilgili haberlerin sunuluşu bile, bizim çocuksu korkularımızı, sadece korkularımızı değil merak duygumuzu da tiksinti ve heyecanla birlikte kışkırtmaya yönelik. Dünyanın gerçekte ne kadar tehlikeli ve acımasız bir yer olduğu bilgisi, çocukluğumuzdan beri var zihnimizde. Bastırma ve inkâr savunma mekanizmaları aracılığıyla normalize ederek hayatta kalmaya çalışırız. Sürekli bu tehlike bilinciyle yaşamımızı sürdürmek oldukça zor.

Bu çocuksulaşmanın bir başka riski de, özellikle tümgüçlülük yanılsamasının kışkırtıldığı bu çağda, herkes için uygulanan kurallardan kendilerini azade gören insanlara daha sık rastlanması. Salgınla ilgili ne kadar katı kurallar uygulanırsa uygulansın, birileri o kuralları çiğnemenin mutlaka bir yolunu bulacak gibi görünüyor. Aslında tarihteki diğer salgın olaylarında da benzer bir durum var. Bu yüzden salgınla ilgili önlem almayı tek tek insanlara bırakmak oldukça riskli. Bastırmaya ve inkâra eğilimli oluşumuzdan dolayı, maske takmayan, önlem almayan insanlar çoğaldıkça biz de daha rahat davranmaya eğilimli oluruz. Özellikle, üstüne bir de salgınla ilgili sayıların önemsemeyi azaltacak şekilde eksik ya da yanlış verilmesi, felakete karşı toplumu daha da savunmasız kılıyor.

Bu çocuksulaşma, tuvalet eğitiminde olduğu gibi, bize dayatılan kuralları korkuyla mı yoksa içselleştirerek mi kabul edip etmediğimize göre farklı sonuçlara neden olur? Korkuyla kabul eden biri, içten içe kurallara ve kuralları dayatan kişiye kızgınlık duyabilir. Testi pozitif çıksa dahi karantinadan kaçıp sağa sola saldıranların yaşadığı şey, böyle bir gerileme.

Peki ama, insanı sadece biyolojik bir bedene indirgeyen ve onu sadece biyolojik açıdan sağ bırakmaya yönelik önlemler, ilerisi için bize ne söylüyor? Mesafenin getirdiği izolasyon ve yalnızlık, hayatta kalmanın anlamını sorgulamamıza neden olacak mı? Salgının ardından, birbirimizin ve daha önce önemsemediğimiz küçük deneyimlerin değerini bilmemize neden olup bizi hayata daha derin bağlarla mı bağlayacak, yoksa İspanyol Gribi’nde olduğu gibi, tarih kitaplarında unutulan bir deneyim olarak bilinçdışımızda biriktirdiğimiz diğer korkularımızla birlikte bir başka felakete kadar uykuya mı dalacak?