5 Haziran Dünya Çevre Günü salgın koşullarında karşılandı. Süreç, insanlığın doğayı nasıl yok ettiğini bir kez daha hatırlattı. Salgın bittiğinde dünya için, doğa için daha çetin bir mücadele şart

Salgında doğanın hâkimi olmadığımızı öğrendik

HABER MERKEZİ

Artan bir hızla yaşanan doğa tahribatı bu yıl 5 Haziran Dünya Çevre Günü’nde kendini daha fazla hatırlattı. 330 binden fazla can kaybına yol açan koronavirüs salgını sürecinde, virüsün doğa yıkımından ayrı değerlendirilemeyeceği görüşü hâkim oldu.

Dünyanın her yerinden “Karacalar mahalleye indi,” “Maymunlar çaya geldi,” “Yunuslarla yüzebildik,” haberleri karanlık günlerde içimizi ısıtsa da çevre sorunları, sonrasında dev gibi büyüyerek karşımıza çıkmak için kapının ardından bekliyor. Greenpeace örgütü, salgında bizi endişelendiren ve hemen harekete geçmemizi gerektiren 5 önemli çevre sorununu derledi:

1- Bizi virüsten plastik değil hijyen korur: Salgında plastik ürünlerin (poşet, çatal, bıçak, kaşık, tabak, yiyecek ve içecek kapları vs.) bizi koronavirüsten koruduğuna dair bir algı yaratıldı. Kaynağı plastik sektörü. Oysa bir malzemenin tek kullanımlık plastikten yapılması, virüsün bulaşma olasılığını azaltmıyor; aksine plastik, virüsün en uzun tutunma süresine sahip olduğu materyallerden biri. Bu süreçte kişisel hijyenimizin yanı sıra, yarınlarımızı da düşünerek plastik atık dağları oluşturmamalıyız.

2- İthal değil yerli tarım: Salgın tarım&gıda sektörü de etkiledi. Gıda krizine karşı uyarılar gelmeye başladı. Türkiye’nin vakit kaybetmeden kriz dönemlerine de dayanıklı kendi kendine yetecek bir tarım planına ihtiyacı var. Bu plan dahilinde, ithal edilen ürünlerin yerel koşullarda üretimi planlanmalı, gençler tarıma özendirilmeli, verimli araziler tarıma (geri) kazandırılmalı.

3- Evde kalmak havayı temizlemedi: Karantina sürecinde trafiğin azalmasının havayı temizlediği söylendi. Halbuki, kömürlü santraller ve sanayi tesisleri faaliyetlerine devam ederken kalıcı ve gerçek bir hava temizliğinden söz etmek mümkün değil. PM 10 verilerine göre İstanbul’da hava kirliliği oranı yüksek ilçelerde aslında pek de değişen bir şey yok.

4- El yıkayacak su olmadığını fark ettik: Suyun insanlık için ne kadar hayati olduğunun bir kez daha farkına vardık. El yıkamadan söz ederken binlerce kişinin su imkanı olmadığını fark ettik. Dünyada her 10 kişiden 3’ünün güvenli içme suyuna erişimi yok. Su krizine karşı çok geç olmadan harekete geçmeliyiz.

5- Termik santral tehlikesi: Kömürlü termik santral olan kentlerde KOAH gibi hastalıkların daha sık görüldüğü biliniyor. Salgın döneminde bu kentlerin virüse karşı daha kırılgan olduğu görülüyor. Nitekim Zonguldak, büyükşehir olmamasına rağmen akciğer hastalıklarının sık görülmesi nedeniyle karantinaya alındı. Filtresiz termik santrallerin 2020 sonu beklenmeden faaliyetleri durdurulmalı.