Şam, gerilimi yakından izliyor
Kayseri’de mültecilere yönelik organize saldırılar pek çok kente yayıldı. Suriye’nin kuzeyine de sıçrayan gerilimi değerlendiren Suriyeli gazeteci Kassargian, “Ankara-Şam yakınlaşmasından rahatsız oluyorlar” dedi.
Politika Servisi
Kayseri’de mültecilere yönelik saldırılar hızla ülkenin geneline yayıldı. Bursa, Antep, Hatay, Antalya’nın Serik ilçesi ile İstanbul’un Sultanbeyli ilçelerinde de yüzü maskeli guruplar, bozkurt işaretleri yaparak mültecilerin yaşadığı mahallere saldırdı. Organize biçimde yabancılara ait işyerlerini yağmalayan, ev ve dükkanları ateşe veren, fiziksel saldırılarda bulunan guruplara polis müdahale etti. 474 kişinin gözaltına alındığı olaylarda yer alan birçok kişinin sabıkasının kabarık olduğu ortaya çıktı.
Antep’te işinden dönen bir Suriyelinin bıçaklı saldırıya uğraması ve kentte yaşanan göçmen karşıtı gösterilerin ardından göçmenler sokağa çıkmama kararı aldı. Suriyeli esnafın yoğun olduğu İnönü Caddesi’nde bazı dükkanlar kepenklerini açmadı.
Türkiye’deki olayların yanı sıra Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Suriye Devlet Başkanı Esad ile ilişkileri düzeltme çabası Suriye’de faaliyet yürüten ÖSO yanlılarını kızdırdı. Türkiye’nin kontrolündeki Afrin ve Azez yerleşimlerinde sokağa çıkan onlarca kişi, Türkiye’yi protesto etti.
Bazıları silahlı olan eylemciler, Türkiye’den gelen tırlara ateş açtı, Türk bayraklarını gönderden indirdi. Gerginliğin büyümesi üzerine Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) eylemcilere müdahale etti. Suriye İnsan Hakları Gözlemevi, Türk askeri ile Suriyeli silahlı gruplar arasında çıkan çatışmada 4 kişinin öldüğünü açıkladı. Gözlemevi, can kayıplarının 3’ünün Afrin, diğerinin Cerablus’ta yaşandığını, 20’den fazla kişinin de yaralandığını bildirdi. AFP muhabirine konuşan Suriyeli eylemci Adel al-Faraj, "Türkiye’deki kardeşleriyle dayanışma için sokağa çıktıklarını" söyledi.
Konuya dair dışişleri ve adalet bakanlıklarından açıklama geldi. Dışişleri Bakanlığının sosyal medya hesaplarından yapılan paylaşımda, "Zanlısı hakkında devletimizin adli süreçleri işlettiği bir suçun ardından Kayseri’de yaşanan üzücü hadiselerin, sınırlarımızın ötesinde de birtakım provokasyonlara malzeme edilmesi yanlıştır. Türkiye’nin Suriye halkının esenliği için gösterdiği çabalar ve ilkeli duruşu, her türlü provokasyonun üzerindedir" denildi.
ŞAM’LA YAKINLAŞMADAN RAHATSIZLIK DUYUYORLAR
Suriye’nin kuzeyindeki gerilime ilişkin değerlendirmelerini BirGün’e aktaran Suriyeli gazeteci Sarkis Kassargian, “Hükümete yakınlığıyla bilinen El Vatan gazetesi Ankara-Şam görüşmelerinin Irak’ın başkenti Bağdat’ta olacağına ve Türkiye’nin bu görüşmelerde iki şart koşturduğunu söyledi. Birincisi bu görüşmelerin ikili olması, yani üçüncü bir tarafın görüşmelerde bulunmamasıydı. O taraf ister Rusya ister, İran isterse de başka bir ülke olsun. İkinci şart bu görüşmelerin medyadan uzak olması, yani ne görüşme tarihi ne de içeriğinin medyaya sızdırılmamasıydı. Bu görüşmeler için Irak’ın belirlenmesinin tabii ki bir anlamı var. O da şöyle; bildiğiniz gibi bundan önce Moskova ve Tahran bu arabuluculuğu yapmaya çalıştı, ama olmadı. Irak’ın özelliği hem Rusya, hem İran hem Körfez ve daha da önemlisi ABD ile iyi ilişkileri olması. Dolaylı da olsa bu görüşmelerin ABD’nin onayı ya da hiç olmazsa veto yapmamayı sağladığını düşünüyorum” dedi. Kasargian değerlendirmesini şöyle sürdürdü: “Tabii ki Kayseri saldırıları yakından takip edildi Şam’da. Suriye’nin kuzeyindeki gelişmeler ve Türkiye’deki gerginlik bekleniyordu. Suriye-Türkiye yakınlaşma adımlarına karşı bu tür kışkırtmaların Türkiye’nin sorunu olduğu düşünülüyor.
Kayseri’deki ve Suriye’nin kuzeyindeki gerilim iktidar tarafından Kayseri olaylarına tepki olarak gösterilmeye çalışıldı ama videoları izleyenler, oradaki Arapça konuşmaları, sloganları dinleyenler konunun istismarla ilgili olmadığını rahatlıkla anlar.
Temel mesele Türkiye ile Suriye yakınlaşması. Bunu protesto eden ve kabul etmeyen bir tepkiden, öfkeden söz ediyoruz. Suriye’nin kuzeyindeki tepkilerde “Türkiye haindir, Türkler bize hainlik yaptı” sloganları çokça atıldı.
Bu insanlar savaş süresince Türkiye’nin desteğiyle kendilerini binlerce silahlıdan sorumlu buldular. Lüks arabalarla, şatafatlarda gidip geliyor oturuyorlar. Toplantılara katılıyorlar. Şimdi bu süreç biterse yeniden eski yaşamlarına dönecekler.
Öte yandan 31 sivil toplum kuruluşu, Kayseri’nin ardından büyüyen ve Suriyelileri hedef alan saldırılara karşı ortak açıklama yaptı. Açıklamada, sığınmacı karşıtı, toplu şiddetin yol açtığı olaylar neticesinde sığınmacıların evlerinin yakılması, araçlarının tahrip edilmesi ve dükkanlarına zarar verilmesi kınandı. Açıklamada, olayların sosyal medya aracılığıyla da büyütüldüğü belirtildi.
CHP den yapılan açıklamada ise "Türkiye dünyanın sığınmacı deposu haline getirilmiştir, Suriye politikasını yeniden belirlemelidir" denildi.
∗∗∗
SUÇLU KİM, ÇÖZÜM NEREDE?
SOL Parti, Kayseri’de başlayıp diğer şehirlere sıçrayan saldırılar hakkında açıklama yaptı. Sorunun kaynağının ABD ve NATO’nun istekleri doğrultusunda ülkeyi göçmen deposuna çeviren AKP iktidarı olduğu vurgulanan açıklamada çözüm önerilerinin de anlatıldı.
SOL Parti’nin açıklamasında şu ifadeler yer aldı: “Esat’la görüşme kapısının açılmasının ardından Kayseri’den başlayarak başka illere de yayılan göçmenlere yönelik linç girişimleri, ülkemizi tehlikeli sulara sürüklüyor. Tek adam rejimi, hem Suriye’yi parçalayan emperyalist müdahalenin tarafı olarak hem de sonrasında ABD ve NATO’nun istekleri doğrultusunda ülkeyi bir göçmen deposuna dönüştürerek bu krizi yaratmıştır. Göçmenleri ucuz iş gücü olarak kullanan patronların sonuna kadar nemalandığı bu durum, aynı zamanda ülkemizde cihatçı çetelerin gettolar oluşturarak konuşlandığı bir başka riske daha kaynaklık etmektedir. Öte yandan da hedef haline getirilen göçmenler kayıtsız, can güvenliğinden yoksun bir biçimde yaşamak zorunda bırakılmaktadır. ABD, NATO ve AB’nin göçmen krizini kendinden uzak tutmak için maşa olarak kullandığı Türkiye, düzensiz, kontrolsüz, kayıtsız ve kitlesel göçün merkezi haline getirilmiş, AB ile imzalanan Geri Kabul Anlaşması çerçevesinde bir göçmen hapishanesi olarak işlevlendirilmiştir. Emperyalizmin ve AKP iktidarının suçlarının üzerini örten bu manipülasyonlarla göçmenleri hedef haline getirerek yaratılan bu ırkçı faşist düşüncelerin toplumda güç kazanmasına yönelik girişimlere izin vermeyeceğiz. Göçmen krizinin çözümü cihatçı ve ABD güdümlü politikaların terk edilmesi, Suriye ile barışçıl bir ilişkinin kurulmasından geçiyor. Geri dönüşün önünün açılarak, bu krizden çıkış kapısının aralanması ancak böyle başarılabilir. Bugün öncelikle bu çatışma ortamı durdurulmalı, hedefte olan göçmenlerin can güvenliği sağlanmalıdır. Demokratik ve insancıl bir çözüm için atılacak adımlar ise şunlardır;
1- AB ile yapılan tüm “Geri Kabul Anlaşmaları” iptal edilmelidir, üçüncü ülkelere göçün önü açılmalıdır.
2- AKP, Suriye’de cihatçı güçlerle birlikte sürdürdüğü parçalama siyasetine son vermeli, Suriye’den tüm askeri güçler çekilerek, Suriye yönetimi ile barışçıl bir diplomasi ile insani bir geri dönüşün şartları oluşturulmalıdır.
3- Türkiye’ye yerleştirilen tüm cihatçı savaşçı güçler, savaş suçluları sınır dışı edilmeli, kitlesel ve kontrolsüz göçün önüne geçilmelidir. Göçmenler üzerindeki cihatçı çete hakimiyetine ve sermayenin sömürüsüne son verecek insani, demokratik ve sosyal bir program oluşturulmalıdır.
∗∗∗
GÜNAH KEÇİSİ ARANIYOR
Göçmenlere yönelik saldırıları değerlendiren Prof. Dr. Ulaş Sunata şöyle konuştu: “Bugün 2 Temmuz, linç ve insanın insana zulmünü çağrıştıracak bir gündeyiz. Ama insanlar Suriyelilere linç durumunu bu kadar tepkiyle karşılamıyorlar. ‘Ülkemizde sığınmacı istemiyoruz’ gibi bir yerden bakıyorlar duruma. Hep sığınmacılar üzerinden siyaset yapma, onları araçsallaştırma vardı. Türkiye’de buna uygun bir zemin var. 6-7 Eylül olayları da bu şekilde oldu. Bir yerlerde bir kıvılcım yakalanıp onun üstüne giden ve insanları galeyana getirmeye dayalı. Bunu daha önce Altındağ’da da yaşamıştık. Geçen hafta Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Esat’la ilgili yaptığı açıklama çok kilitti. Çünkü burada yaşayan sığınmacılar da ondan kaçtıkları için buraya geldiler. Ortalık alevlendi, orada bir başka denklem de dönüyor uluslararası ilişkiler zemininde. En nihayetinde burada mağdur olan Suriyeli sığınmacı, yine günah keçisi olup birdenbire öfkelenilen objeye dönüştürülüyor. Göçmenler misafir gibi algılanıyor. Sığınma bir haktır ve bu hak üzerinden denklem kurulmuyor. Aksine daha dini bir yaklaşımla ensar/muhacir ilişkisi deniliyor. Böyle bir yerden bakınca göç politikaları tutmuyor. Olmuyor çünkü inandırıcı değil, “misafirlik bu kadar uzun sürmez” söylemi devreye giriyor. Ortada ciddi krizlerin yaşandığı bir dönemdeyiz, hep kendine bir günah keçisi aranan zemin yaratılıyor.