Kütüphanemde aradım kitaplarını Berfe’nin. Bulamadım. Kaç zamandır, ne arasam bulamıyorum. Belki de ben kayboldum haberim yok. Patika Sahaf’a gittim. Hemen verdi “Seni Seviyorum”u. Susamışça koyuldum okumaya

“Samim Lütfü’nün benzersiz kitabı”

1

Süreyya Berfe aradı. Yıllar var işitmemiştim sesini. Yine gümbür gümbür konuştu. Taşınmış, yüreğini de yanına alarak, kim bilir belki yalınayak. “Nasılsınız?” diye sordum. Sesinde kepazeliğe, yaşadığımız günlere derin bir öfke biriktirmişti. Güzel sözler etti ardından. Bu acayip karanlıkta gözlerim ışıldadı. Sevindim.

Kütüphanemde aradım kitaplarını Berfe’nin. Bulamadım. Kaç zamandır, ne arasam bulamıyorum. Belki de ben kayboldum haberim yok. Patika Sahaf’a gittim. Hemen verdi “Seni Seviyorum”u. Susamışça koyuldum okumaya. Şiire kimin gereksinimi var ki? Benim işte… Benim…

Çok çay içiyorum şu sıralar.
Şimdi de lavanta çiçeği toplamaya gidiyorum
Reçel yapacağım sana, yapayım da gör.
Sabah erken toplamak gerekir
bunu da sen bilemezsin.
En geç 10’da evde olurum.
Uyanmamış ol ki
sabah uykuna reçel serpeyim.
Lavanta çiçeği toplamaya.

2

Kendimi çok eve kapadım sanırım. İstanbul güz olunca güzelleşir. Artık bu şehir bize ait değil. Azıcık sığınak olan bir iki mekân kaldı. Her yerde bayağılık, insan ilişkileri özensiz… Bir yerden bir yere gitmek olanaksız. Şehirde salgın bir gürültü var. Görgüsüzlük inşa ediliyor. Muhafazakârız diye ortaya çıktılar, şehri talan ediyorlar. Yoksulluğun görgüsüzlüğü bu kadar çirkin olmaz. Derme çatma bir yapı dikilir, her şey yarımdır, yaşam da yarım olur içinde. Ama çirkin değildir bir yanıyla, elde avuçta olanla kurulmuştur. Şimdi öyle mi ya! Bizim evin önünde aylardır süren bir kanalizasyon yapımı var sözde. Meğer iç içe onca iş girmiş. Yeni uzay şehirler kuruyoruz diye, gürültü kalabalığına teslim ettiler hepimizi. Her yanda kazı. Bir olmamışlık hali!

Ne yazabiliyor insan, ne okuyabiliyor. İnsan umudunu yitiriyor. Karamsarlık siniyor üstüne. Oysa insanlar, çevrede, uzakta olanlar, umudun kapısını aralayacak bir cümle kurmanı bekler senden. Siyasetçinin yalancılığını nasıl giyineyim üstüme! Çalkantılı ruh halleri olur kimi zaman ve bundan sakınmak yerine anlamaya çabalamak gerekir. Ne çok talepleri var insanların… Yaş ilerlemesi üstüne de düşünüyorum. İlerleme değildir bu aslında. Bir an gelir, diriliğini, canlılığını yitirir hem bellek, hem beden!

Okunacak ne çok kitap var.

3

“Yazmak Ne Güzel Şey Be Kardeşim” adlı deneme kitabım yayına hazır. Uzun zamandır birikenler kitaba döndü. Hoş bir duygu bu! Okumak, yazmak halleri üstüne kalem oynatmayı seviyorum. Yazarların izini sürmenin zorlu bir yanı vardır. Bir kez kapılarını araladın mı, uçsuz bucaksız bir yola girmiş oluyor insan. Yazmakla uğraşan kişinin, çoğu zaman kendinin bile fark etmediği, çok tuhaf gizleri olur. Sanki bir bedende binlerce insan saklıdır. Bazen birini görür kişi, bazen ötekini. Sonuç? Kendini aramaya koyulursun… Bulur musun? Sanmam…

Bu yaz ne çok yazmışım. Yazma işçiliğinin güzel yanı, biryandan yaşamın tam içinde olup, öte taraftan hep kendi kozanda soluk alma olanağı bulmaktır. Orhan Gökdemir’le de bir kitap tamamladık. “Cumhuriyet Senin İçin” oldu adı. Uzun zamandır kendi toprağımızda itilip, kakılmaktan yorgun düştük. Biraz buna itiraz bu. Öte taraftan yobaz bir kalabalığa karşıkalkan yaratma kaygısı.

Kitap Fuarı bu yıl nasıl olacak bakalım. OHAL koşullarında, okurun ve yazarın birbirinin yüzünü görmesi her zamankinden daha önemli. Bu güncenin bir yararı da bu!

4

samim-lutfu-nun-benzersiz-kitabi-196795-1.

Orhan Gökdemir, Ali Sirmen, Samim Lütfü ve ben Beylerbeyi İskele Restaurant’ta toplandık. Samim Lütfü deyince gençler anımsamaz. 12 Eylül askeri darbesinden sonra içeri atılan pek çok aydın vardı. Ali Sirmen bunlardan biri. Mahpustayken müstear isimle yazılar yazıyordu. İşte Samim Lütfü öteki Sirmen’dir. Bazen müstear isimli kahraman, esas kişinin önüne geçer. Samim Lütfü de bunlardan. Öylesine dokunaklı, içten, sarsıcı yazılar kaleme aldı ki, okur bağlandı Samim Lütfü’ye! Elimde Tekin Yayınevi’nden çıkan “Kelepçeli Yazılar” var. Ali abiyle andık Samim Lütfü’yü. Masamıza İlhan Selçuk, Oktay Akbal, Melih Cevdet konuk oldu. Ali abinin dilindeki ironiye hayranım öteden beri. Bir konuyu açar, ciddiyetle anlatır, sonunda öyle saçma bir durum çıkar; ilkin sahici sanırsınız, neden sonra anlarsınız şakayı.

Bir ara yaşlanmaktan, ölümden söz açtık. Ali Sirmen benim kafamda Cumhuriyet’in genç yazarıdır hep. Umutsuzluğu vardı dilinde o gün. Cumhuriyet bir rüya mıydı, diye konuştuk. Beylerbeyi İskelesi’ne vapur yanaşıyor, insanlar önümüzden süzülüyordu. Bu akşamüstü, güneş batıran içki saatleri ne güzel… Cesaretten söz ettik. Yazarın cesur olmak zorunluluğu ne tuhaf! Bir ara “uzun yaşamak iyi değil” dedi.

Ali Sirmen benim yaşıtım yahu! Dostluğunu kazanmanın memnuniyeti içimde… Çok ara vermeden bu kez lüfer mevsiminde içmeli!

samim-lutfu-nun-benzersiz-kitabi-196796-1.

5

Melih Cevdet’in beni yetiştirdiğini düşünürüm. Everest yayınları ne güzel bir iş görüyor. Anday’ın kitaplarını özenle yeniden yayımlıyorlar. Bu kez elimde “Kalabalığın Şiiri” adlı kitap… Tüm yazıları daha önce okumuştum. Ancak bu öyle bir seçki olmuş ki, sadece Orhan Veli ve Garip üzerine yazılar toplanmış. Farklı kaynaklardan okuduğum, şimdi bir araya gelince müthiş lezzetli bulduğum yazılar.

Orhan Veli erken göçünce, sanki hep bizim gençlik yaşımıza eşlik eden bir dost olarak kaldı. Melih Cevdet ve Oktay Rifat’ın küçük kardeşi gibi. Erken ölüm ne garip! Melih Cevdet’in bunca sevdiğini bilmezdim doğrusu Veli’yi. Sevgi, hasret ve özlemle söz etmiş hep yazılarında. Sanki Garip’çilik sadece ona yakışırmış gibi, Oktay Rifat ve Melih Cevdet usulca çekilmiş sahneden.

1 Aralık 1950’de Yeditepe Dergisi’nde yayımlanan yazı en duygulusuydu.

“Kaybı benim için çok, ama çok acı. Alışılacak şeylerden değil. ‘Tarifsiz kederler içindeyim.’ Ölümü üstüne yazmak… ne berbat, ne çirkin iş. Benim için de herkes gibi büyük bir şair, büyük bir insan öldü. Ama bu kadar değil. Kolum, kanadım kırıldı. Azaldım, eksildim.”

İnsan alışıyor acıya, katlanıyor, uzun yıllar daha yaşıyor üstelik. Melih Cevdet, Orhan Veli’nin ardından yazılanlara kızıyor. “Herkes anılarından, sevgisinden söz ediyor, oysa bir şair, sanatçılığıyla büyüktür ve öyle anılmalı” diyor. Hakkı var. Herkesin yaşamına bunca dokunmuş bir büyük şairi, sadece anılarla anmak doğru değil. Daha çok Orhan Veli okumalı…

6

Samim Lütfü’yü okuyorum. Nasıl güzel bir dil, açık zihin ve yalın denemeler... Güncel yazı yazmanın güçlüğünü, zinde bir okur olmakla aşar insan. Mahpusta yaşam koşullarının kolay olmadığı açık… Gerçek bir aydın üzerine demir kapılar örtülse de, iletişim olanakları sınırlı olsa da; kimi zaman sezgileriyle, olanaklar dâhilinde de okurluğuyla aşıyor bu engeli. Bizim zindanlarımız verimli bir entelektüel ortam oldu hep. Samim Lütfü bunun güzel örneği. Dışarıda, günlük yaşamı bencil bir telaşla tüketenlere inat, yazar/aydın asla yaşamdan kopmuyor.

“İçimde gittikçe kısalan günlerimin acısı, sabahın ilk ışığıyla birlikte beton yığınına bakan penceremi açıyorum. Günü ilk adımlarınla yakalamak amacım. Dokunulmamış aydınlıkla birlikte başlıyor benim, tüm yaşını başını almış, gidecek yeri, okuyup yazmaktan başka işi olmayanlarınki gibi, hepsi birbirine ve her biri de pazara benzeyen gecikmiş erken günlerim.”

Yazı böyle başlıyor, sanırsınız ki kendinden söz açacak Samim Lütfü, dertlenecek. Ya da bize bireye özgü meselelerden bir tartışma çıkaracak. Oysa eğer kişi bir kez toplumsal sorumluluğun yükünü almışsa sırtına, dünya için düşünmeye başlamışsa, içinde bulunduğu koşullar ne olursa olsun, mutlaka onu bu açıdan ölçümler, değerlendirir.

Hâlâ ülkesinde insan hakları tam güvence altında olmadığı için adını vermeyeceğim Mısırlı dostum, Nâsır sonrası dönemde, çağdaş dünyanın hiçbir şekilde kabul edemeyeceği bir nedenle, bir düşünce suçu (delit d’opion) yüzünden hapse düşmüştü. Uzaktan uzağa, gazetelerden, Avrupa’da birlikte yıllar geçirdiğimiz bu gençlik dostumun durumunu izliyordum.

Aradan bir süre geçince ülkesinin yöneticileri, kendileri için tehlikenin başka yönden geldiği sonucuna vararak onu serbest bıraktılar. Bir gün yine Avrupalı ortak bir dostumuzun evinde olduk. Bana hapislik yıllarından söz ederken söylediği şu sözleri hiç unutmuyorum.

“Biliyor musun? Yaşadığım bu olayın da yararı oldu. Bu vesileyle çağımızın göründüğü kadar basit olmadığını, hiç de sandığımız denli yalnız olmadığımızı gördüm ve belki inanması güç, ama o günlerde edindiğim deneylerle, daha iyimser bir insan oldum.”

7

Sevmediğim bir duyguyla başa çıkmaya çalışıyorum. İçimde bir öfke var tutamadığım. Basın dünyasının pisliği ortaya serildikçe, saltanattan pay almak için her numarayı çekenleri gördükçe, elde olmadan öfke biriktirmişim. Es kaza televizyona baktığım an, mutlaka insanı isyan ettirecek bir suret görüveriyorum. Bunların çoğunun ne mal olduğunu bilmek ayrı ıstırap!

Şiir okumaya devam ediyorum. Ali Sirmen’le daha sık görüşmeliyim ve Orhan Veli’yi daha sık okumalıyım.

Çayın rengi ne kadar güzel,
Sabah sabah,
Çık havada!
Hava ne kadar güzel!
Oğlan çocuk ne kadar güzel!
Çay ne kadar güzel!

Selam verdiklerim azaldıkça, dostlarım daha bir kıymetli.