Geçen hafta kaybettiğimiz Marksist gelişme kuramcısı Samir Amin’i 1980’li yılların başında yazdıklarından tanıdım. Daha sonra ODTÜ’de dinleme ve sohbet etme şansım oldu.

Amin, Bağımlılık Okulu olarak bildiğimiz yaklaşımın kurucu isimlerindendi. En çarpıcı tespitlerinden biri azgelişmiş ülkelerin gelişmeme nedenlerinin başında emperyalist metropollere bağımlı olmalarının yattığıydı. Bu bağımlılık ne derece büyükse, sorunlarınız da o derece büyük demekti. Dahası gerçek gelişmenin yegâne yolu bu bağımlılık ilişkisinin kesilmesi, dışına çıkılmasıydı!

Samir Amin’den kendi çalışmalarımda da önemli ölçüde feyz aldığımı söylemeliyim; de-linking olarak adlandırdığı bu yaklaşımı, Gramsci’nin hegemonya yaklaşımıyla ilişkilendirerek, 2000’lerin başında yayınlanan Kentsel Çelişki ve Siyaset kitabında kentsel-de-linking stratejisini önerdim. “Eğer kapitalizm kent mekanına adım adım girmiş bulunuyorsa, işgal ettiği alanlardan adım çıkarılması da mümkündü” ve bu işgalin dışına taşınan her mekanda kapitalist olmayan ilişkilerin inşası karşı hegemonya projesinin ana stratejilerinden biri olabilirdi!

Ne var ki Türkiye’de son yirmi yıl içinde işler Samir Amin ve bizlerin arzuladığı biçimde gitmedi. Nasıl gerekçelendirirsek gerekçelendirelim, o günden bugüne yaşadığımız ağır bir yenilgidir. Kapitalist metalaştırma süreci, AKP döneminde çok daha ağır hale geldi. O güne kadar kimsenin girmeye cesaret edemediği düzeyde, kentler ve doğal çevre, onları meta ilişkilerinin parçası haline getirilen bir işgale uğradı. Kısaca, siper savaşlarında, bazı mevzileri korumayı başarsak da, geniş ve önemli mevziler yitirdik. Kentlerin tarihi mekanları, gecekondu alanları, doğal ve tarihi sit bölgeleri, kıyılar ve ormanlar birer birer kapitalizmin tarih ve coğrafyasının parçası haline geldiler.

Kuşkusuz yitirilen siperlerin içinde en önemlilerinden biri İstanbul’un kuzeyidir. Bu geniş bölgeyi özel ve özgün kılan AKP’nin bu alanı büyük projeler için özel bir uygulama alanı haline getirmesidir. 3. Köprü, 3. Havalimanı, Kanal-İstanbul gibi devasa projeler aracılığıyla, kamusal alanların dönüşümü, ranta açılması yanında, büyük ölçekli borçlanmanın da araçları yaratılmış oldu. Diğer bir anlatımla AKP, Samir Amin’in önerisinin tersine, Türkiye’nin emperyalist metropollerle olan bağını ve onlara bağımlılığını hiç bir dönemde olmadığı ölçüde güçlendirdi.

ABD ile ilişkilerin sarpa sardığı şu günlerde, bu bağımlılık ilişkisinin en stratejik mekanı olan Kuzey İstanbul’un, bir proje alanı ve borç bataklığı haline dönüşme sürecindeki aklın da büyük ölçüde ABD kaynaklı olduğunun altını çizmekte yarar var.

Kuzey’de uygulamaya konulan projelerin hiçbiri İstanbul Büyükşehir bünyesinde kurulan geniş bir ekip tarafından hazırlanan yerli ve milli Nazım Plan’da yoktur. Daha önce BirGün için hazırladığımız bir haberde de altını çizdiğimiz gibi, söz konusu projeler 2007 yılında Michigan Üniversitesi’nde hazırlanan bir yüksek lisan stüdyosu projesinden alınmış, bu süreçte ilgili öğretim üyesi Türkiye’ye gidip gelmiştir.

Yine BirGün için geçmişte hazırladığımız bir başka haberde ise finansman modelinin nasıl kurulduğu yer aldı. 2009 yılında şimdi kadük hale gelen İstanbul Büyükşehir Belediyesi bünyesindeki bir şirket yine Amerika’da faaliyet gösteren Bölgesel Planlama Derneği başkanı Robert Yaro isimli bir uzman başkanlığında bir heyete bir rapor hazırlatıyor. “Ulusal Kalkınma Planına Doğru” başlıklı bu kısa rapor büyük ölçekli projeleri Türkiye’nin ekonomik kalkınmasının motor gücü olacağını vurguladıktan sonra, projelerin finansmanına ilişkin şu çarpıcı görüşe yer veriyor;

“Bazıları bu projeleri finanse etmek için Türkiye’nin kaynağının olup olmadığını sorabilir. Gerçek şu ki eğer Türkiye bu yatırımları yapmazsa bunun maliyeti daha büyük olacaktır. Eğer bu yatırımlar yapılırsa, Gayri Safi Milli Hasıla artışının motoru olacaktır. Bu anlamda projeler maliyetlerini kısa sürede karşılayacaktır. Bu yatırımların çoğu, yabancı yatırımcıların da Türkiye ile partner haline geldiği Kamu-Özel Sektör İşbirliği ile başarılabilir. Bu Osmanlının 19 yüzyılda demiryollarını inşa ederken kullandığı yöntemdir (S. 23).

Yaro’nun önerdiği Osmanlı’nın 19.Yüzyılda demiryollarını inşa ederken kullandığı yöntemdir. Yabancı şirketlere demiryolunun yapımı karşılığında verilen garanti ve imtiyazların sonucu olarak Osmanlı Düyun-u Umumiye’ye gitmek zorunda kalmıştır. Orhan Kurmuş’un “Türkiye’ye Emperyalizmin Girişi” kitabında söz konusu demiryolunun inşa sürecinin sonunda Osmanlı’nın nasıl iflasa sürüklendiğini ve emperyalist güçlerin eline düştüğünü bulabilirsiniz.

Bir tarafta, Yaro gibi çevre ülkeleri proje ve finans modelleriyle emperyalist metropollere bağlama derdinde olanlar, diğer tarafta Samir Amin gibi bu bağı kesmeye çalışanlar. Biz Yaro’yu AKP ile tanıdık. Samir Amin ise milli ve yerli değerimizdir. Işıklar içinde uyusun.