Canım Erhan Abi;

Buraları terk-i diyar eyleyeli tam yedi yıl olmuş. Senden sonra da çok ölüm gördük, hüzünlerin içinden kahırla geçtik.

Sevdiklerini yolladık yanına. Adnan Azar’dan Refik Durbaş’a şiirden bir yol yaptık gidenlerden. Sadece onlar mı?

Kahkahalarıyla gökyüzünü delen genç kızları, barışı ve umudu yüreklerine yazan delikanlıları da yeraltındaki ülkeye gönderdik.

Anaların gözyaşlarıyla kalakaldık öylece. Bir tek sizin kuşağın değil, meğer bizim kuşağımızın da sesi olacakmış, “Bugün de ölmedim, anne!” şiirin. Anlayacağın çok sevmenin yanında çok da ölmeye devam ettik, durduk!

Dün Beyrut yerle yeksan oldu. Gözyaşlarımız kalbimize aktı, durmadı! Nizar Kabbani’nin “Ben Beyrut” şiirindeki dizelerden geçtik: “Ben Beyrut... Gözyaşlarını sel etmiş gemilerin / kumlarına ölümün aşağıdaki şiiri yazdığı kıyının hatırladığı terk edilmiş liman: “Bin dokuz yüz yetmiş beş yılıydı. Akdeniz’in omzuna güzel bir kadın uzanmıştı. Adı Beyrut’tu. Ailesi oybirliği ile onu particilik benziniyle yakmaya; benzersiz bir barbarlık ve vahşet töreninde küllerini denize savurmaya karar vermişti... Sonra kül devri geldi... Haydutların, kan dökücülerin devri.” dedik. Kan ve kül bu coğrafyada işid canavarlığını besleyenlerin en değerli madeni oldu, çıktı. Siyasal islam her gün boğmaya devam etti bizi.

Hatırlıyor musun? Yunan müziğinin içinden geçen şarkılar isterdin. Önce bir kitapçıya uğrar; Anna Vissi’nin kasetini filan alırdım yanına gelmeden önce. Ataol Behramoğlu’nun “Ne anlatır Yunan şarkıları / geceye dair / aşka dair”ını düşünürdün, belki de. Ege ve Akdeniz havzası bütün acıların ortak sesi ya bin yıllardır. Ahir ömrümüzde başımıza gelenler o buğulu seslere eşlik ederdi. Arkamızda kocaman bir tarih!

Sonra Büyük Ekspress’te mermer masalardan yıldızlara bakarken bir anda Ramazioni görünürdü. Babamla, “Sana İtalya’da birahane açacağım,” diye kandırdığınız Ramazan. Yalnızca, “Takma adı Ramazan”, bembeyaz ütülü gömleğiyle gevrek gevrek gülerdi. “Sula beni” diye seslenirdin ona, artık cepte ne kadar varsa! Yan birahaneden at yarışı oynayanların gürültüsü yükselir, kulaklarını diker, bir kere daha yatan oyununa hazin hazin bakardın. Bir çıksaydı! Öyle büyük hayallere yer yoktu mütevazı gönülde. Yannis Ritsos’la Atina sokaklarında dolaşılacak, Kazancakis’in El Greko’suna ağlanacak, Attila Josef’in mezarına gül bırakılacak! Yazmış olduğun “Büyük Ekspress Kuşağı” şiirin, şimdi Ankara’da bir kuşağın adı olarak geçiyor. 80 sonrasındaki şair kuşağının adı olarak.

Kocaman bir aileydik. Belki de bu nedenle her akşam ilkokulun kapısından almaya gelirdin. Dersin bitmesine on dakika kala pencereden bakardım. Oradasın! Birlikte ders çalışırdık. Bir 29 Ekim ödevi: Atatürk’le ilgili bir şiir ezberlenecek! Hemen Melih Cevdet’in “Atatürk’ün Saati” şiirini çıkarttın. Bütün gün çalıştık. Sınıfta herkes ezberlediği şiirleri okudu. Hamasetin yoğun olduğu şiirler büyük alkış aldı. En cılız ses benim. Ama ne yalan söyleyeyim, bu dışlanmışlıktan dolayı bir an için bile burulmadım. Geçiniz!

Küçükesat’a taşınıp küçük bir köpek aldın kendine. Ayışığı, bir anda büyüdü, dev gibi oldu. Kapıda konuklarını önce o karşıladı. Sonra “Köpek Yılları” kitabının adına kaynaklık etti kitapta yer alan öyküler. Öyküler deyince Özcan Karabulut’u anmam gerek. Bir dönemin şairleri onun öyküye olan sevdasıyla öykü yazmaya başladılar.

Kalamadın Ankara’da. İstanbul’a taşındıktan sonra da bir mülteci gibi sürdürdün hayatını. Gönlünde geçmişin acısı. Hani Engürü kahvesi, hani tavşan kanı çay, hani atkestaneleri? Senle maç izlemenin tadı bile başkadır oysa… Ahmet Abi, Adanademirspor’un eski sol beki… vur topa!

Şimdilerde aynı dizeleri okuyup duruyorum: “Türkiye ayağa kalk/Yurdumsun/Atılmaz ve satılmazımsın/bağımsızlığımsın!/Türkiye! Ayağa kalk!Yurdumsun/Bir sanık/Gibi buruk/ancak/üç yanı/gürül gürül/denizimsin!” Ama Türkiye ayağa kalkmadı. Nice acılar denizinden geçtik. Sırat köprüsü gibi haksızlıklar, hukuksuzluklardan, hedef gösterilmelerden, sıradanlaşan linç defterinden… Türkiye ayağa kalkmadı! Biz de seslendik: Türkiye ayağa kalk dedik. Olmadı!

Ama sana hâlâ “Ahmet Erhan diyorlar!” Daha ne olsun!