Dün gazetemizde Mustafa Bildircin’in, mütevazılık, sadelik, tasarruf vazeden, lükse ve şatafata karşı olan bir dinin memleketteki resmi kurumu Diyanet İşleri Başkanlığı’nın “5 yıldız sevdası”na dair bir haberi vardı. Okumuşsunuzdur.

Personelinin tatil yapabilmesi için, Antalya’da günlük oda fiyatları 1000 TL’yi bulan 5 yıldızlı bir otelle özel indirim protokolü imzalamışlar. “Alkolsüz her şey dahil”, e herhalde, konseptiyle hizmet veren otelde Diyanet personeli ve aileleri yüzde 18 indirim alacakmış!

Helali hoş olsun, tatil her vatandaşın hakkı!

Keşke çöpten yiyecek toplayan, açlıktan ve işsizlikten intihar eden vatandaşlar da tatil yapabilse…

İnsanlar bu haldeyken, nüfusunun çoğunluğu gençlerden oluşan memlekette genç işsizlik oranı yüzde 25’lerde dolaşmakta ve işsiz gençlerin 4’te 1’i de üniversite mezunuyken, böyle insanların gözüne soka soka tatil bağlantıları yapmak kendisine birçok bakanlıktan fazla bütçe veren hükümete karşı da ayıp!

O bütçe onlara; dindar bir nesil yetişsin, Covid salgınında yaşanan skandal ve beceriksizlikler de İslamcı bir ajandayla gizlenebilsin diye veriliyor biraz da. Mesai saatlerinin Cuma namazlarına göre ayarlanması, otobüs yolculuklarında molaların namaz saatlerine göre ve namaza yetecek sürede olması için veriliyor…

Siyasal İslamcı bir programla yukarıdan aşağıya insanların yaşam tarzlarına müdahale edilirken, aşağıdan yukarı, camilerden ve sokaklardan bu sürece destek vermeleri için veriliyor…

O yüzden 5 yıldızlı tatil matil karıştırmasalar daha iyi ama gelin görün ki, dinle şatafatın bir arada olamayacağını söyleyerek iktidara gelenlerin 20 yıllık devr-i iktidarlarında din ve şatafat siyam ikizleri gibi oldu.

Geçen gün BirGün’de Özde Çelikbilek’in Diyanet’in 4 bakanlığa otobüs seyahatlerinde molaların namaz vakitlerine göre ayarlanması için yazı gönderdiği haberinde; “dindarlıktan uzak bir dincilik” yapıldığı, yolsuzluğa, hırsızlığa, kadın cinayetlerine tepkisiz kalınırken son sürat yaşam tarzlarına müdahale edildiği anlatılıyordu.

Bu süreçte biz, giyim kuşama dönük fetvalar verildiğini de gördük, Dışişleri Bakanlığı’nın bile turist gelsin seferberliğine girdiği ülkede karma plajların iptal edilerek haremlik-selamlık uygulamasına geçildiğini de.

Anayasa Hukuku Profesörü, CHP İstanbul Milletvekili yazarımız İbrahim Özden Kaboğlu, 23 Haziran’da TBMM Adalet Komisyonu’nda kabul edilen 4’üncü Yargı Paketi’nde, hayat tarzına müdahalenin bir başka örneği olarak “nikahlı” ve “nikahsız” kadın ayrımı yapıldığını ifşa etti: “Nikahsız yaşadığı erkeklerden şiddet gören ve eski erkek arkadaşları tarafından takip, taciz terörüne maruz bırakılan kadınlar korumasız bırakılıyor” dedi.

Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden resmen çekildiği bugün ülkenin dört bir yanında sokaklara çıkan kadınlar; “Haklarımızdan, hayatlarımızdan, İstanbul Sözleşmesi’nden vazgeçmiyoruz” derken yalnızca kadına yönelik şiddete karşı isyan etmiyorlar. Bu ülkenin hepimiz için yaşanılası, kendi kimliklerimizle ve hayat tarzlarımızla özgürce var olabildiğimiz bir yer olması için mücadele ediyorlar.

Cesaretle!

İstanbul Fikirtepe’de şort giydiği için kendisine hakaret eden “lan”ın suratına, “Sana ne lan benim ne giydiğimden, sana ne lan!” diye haykıran Şebnem Tüfekçi’nin cesaretiyle.

Kimsenin ayrımcılıkla ve şiddetle karşılaşmadığı, her birimizin karnı tok sırtı pek eşit yurttaşlar ve “kendimiz olarak” özgürce yaşayabildiği bir Türkiye’nin yolu da, çocuk tecavüzlerine ve tacizlere sessiz kalıp, kadına karşı şiddeti adeta onaylayarak sokaklarda dolaşan bu “lan”lar güruhuna karşı “Sana ne lan!” diye haykırmaktan geçiyor.