Türk pop müziğinin sevilen isimlerinden Pınar Aylin, bu haftaki Pazar Söyleşisi’nin konuğu oldu. Pınar Aylin, müzik alanında 20 yıllık kariyerinin ardından, geçen günlerde “Peri Masalı” adlı kitabıyla okuyucuyla buluştu. Aylin’le sanatla dolu yıllarını konuştuk…

‘Sanal olanı gerçek sanıyoruz'

MELTEM YILMAZ

» 90’lar Türk pop müziğinin hafızalara kazınan isimlerinden birisiniz. Geçtiğimiz günlerde de “Peri Masalı” adlı kitabınızla sevenlerinizle buluştunuz. Sahne hayatı, doğası gereği dışa dönük. Kitap yazma süreci ise içe dönük bir deneyim, bu geçiş nasıl gerçekleşti, sizi nasıl etkiledi?

Müzik alanında 20 yıl içerisinde 8 albüm ürettim ve bu üretimlerimi bir hediye olarak kabul ettim, şimdi ne mutlu ki ikinci bir hediyem oldu. “Peri Masalı” adlı kitabım hayatımın ikinci yarısı gibi geliyor bana, büyük bir kapının önünde, yeni bir başlangıca adım atıyorum.

Hayatımın ilk bölümünde, İzmir’de iletişim fakültesini bitirip İstanbul’a gelmiş, hayallerinin peşinden gitme cesareti gösteren bir genç kız vardı. Şimdi de aynı şekilde hayalinin peşinden gitme cesareti gösteren bir genç kadın var. Ama sahne hayatı ile yazma sürecini kıyasladığımda, yazmanın kalıcılığının çok daha fazla olduğunu görüyorum. .Yazarken tamamen bireysel ve özgürüm. Kendi ruhumu bir başkasının ruhuyla buluşturuyorum, bu bambaşka bir deneyim.

Ancak şunu söylemeden de geçemeyeceğim, ben zaten müzik hayatım boyunca hep ürettim, hiçbir zaman yalnızca yorumcu değildim. Kitaptan önce, yaptığım besteler ve yazdığım sözlerle başladığım bir yolculuk vardı ve şimdi, bu kitap olgunluğumun meyvesi…

» Müzik çalışmalarında başarıyı yakalamış bir isim olarak, yazarlıkta başarılı olamamaktan endişelenmediniz mi?

Aslında yazdığım kitap, son halini almadan önce kişisel gelişim kategorisine girecek türde bir kitaptı ve esas kitap olan “21”den çok emindim. Ancak sonrasında yayınevim, özellikle de yayınevinin sahibi Yelda Cumalıoğlu, o ana kadar yazdıklarımı bir romanla birleştirebilirsem, sağlam bir hikaye ile harmanlayabilirsem muhteşem bir şey çıkabileceğini söyledi. Ve her zaman söylerim, su akıp yolunu buluyor… Yelda’nın verdiği cesaretle yola çıktım ve Afrika’ya, Cape Town’a gittim. 12 gün tek başıma trenle seyahat ettim ve bu süreçte bazı günler kompartımandan dahi çıkmadım. Ve o yolculukta kelimenin tam anlamıyla “tamamlandım”. Eğer o yolculuk, o coğrafyadaki deneyimlerim olmasaydı, o atmosferi, ortamı ve detayları görmeseydim, mümkün değil yazamazdım.

bu-kaotik-duzen-yuzunden-nostaljiye-ozlem-duyuyoruz-301289-1.

» Sahneye adım attığınız dönem, sizin ilk gençlik yıllarınızdı. Akıp giden zaman size ne ifade ediyor? Geçmişe dönüp baktığınızda ne görüyorsunuz, nasıl bir yolculuktan söz ediyoruz?

Benim yaşam amacım, bu dünyaya yaratıcı bir katkı sağlamak. Geçmişe dönüp baktığımda çok keyifli fotoğraf kareleriyle karşılaşıyorum, bu çok özel ve kıymetli. Sanat hayatımın çok güzel bir döneme rastladığını, yalnızca ben de değil, pek çok sanatçı arkadaşımla birlikte çok güzel işlere imza attığımızı düşünüyorum. Ben geçmişimle çok keyifli karşılaşmalar yaşıyorum. Aslında biliyor musunuz, o dönem yaptıklarım oyun gibi geliyordu bana. Şimdi dönüp de o şarkıları dinlediğimde “vay be” diyorum, “bunların hepsini ben mi yaptım?”

Yaşla beraber o kadar çok şey değişiyor ve sorduğunuz gibi, akıp giden zamanın kıymetini bildiğinde yaş almak denen olgu o kadar tatlandırıyor ki hayatı… Farkındalıkla beraber, insanın asıl hayatı, bana kalırsa belli bir yaştan sonra başlıyor.

bu-kaotik-duzen-yuzunden-nostaljiye-ozlem-duyuyoruz-301288-1.

» 90’ların kültür endüstrisi sizin için ne ifade ediyor? Bugünle kıyasladığınızda –sahnede olanın gözünden bakınca- nasıl bir iklim 90’lar, özlüyor musunuz?

Elbette, 90’ların o ihtişamı, o harika atmosfer, konserden konsere koşturduğumuz, albümlerimizin CD’ler olarak milyonlara ulaştığı dönemi yaşamanın keyfi müthişti. Takvimde boşluk bulmanın zor olduğu, 3 saati bulan konserlerim vardı çünkü sahnede olmaktan büyük zevk alırdım. Ayrıca 90’ları özleyen sadece biz miyiz, dinleyici de çok özlüyor. Türk pop müziği açısından gerçek hitlerin çıktığı harika bir dönemdi. Dahası, o dönemin şarkılarına, neşesine, mutluluğuna dair genel bir özlem var. Bugünle o günlerle kıyasladığımızda, 90’larda her şey daha gerçekti herhalde.

» Gerçekten kastınız nedir?

Gittikçe maddiyat ağırlıklı bir toplum oluyoruz ve varlığımızın özünden uzaklaşıyoruz. Her şeyin mimarı biziz, düşündükçe ve konuştukça geleceğimizi şekillendiriyoruz ama bunun farkında değiliz. Ne yazık ki sanal olanı gerçek sanıyoruz ve aslında mutsuzluğumuzun özünde ruhumuzla aramızdaki kopukluk yatıyor.

» Siz ve sizin gibi Türk pop müziğinin sevilen isimlerinin, tıklım tıklım konserlerde kitleleri coşturduğunuz fotoğraf kareleriyle kıyaslayınca, bugün mutsuz bir toplumuz, evet?

Ben aslında bu dönemin bir uyanış dönemi olduğunu düşünüyorum. Her şey değişiyor, her sektör etkileniyor. Kendine yeni format atabilenler başarılarını sürdürülebilir kılıyor. Kitapta da bahsettiğim gibi: Mutluluk yolun sonunda değil yolun tamamına yerleştirilmiş “an” ların toplamında gizli aslında.

» 90’larda sahnede olanlar ulaşılmazdı, şimdi ise sosyal medyanın diğer ucunda. Bu durum, bildiğimiz anlamda “hayranlık” kavramını da değiştirdi. Ancak asıl söylemek istediğim, sizin, herkesin ulaşılmazı oynadığı dönemde de, ulaşılabilir olduğunuz hissini vermenizdi aklımda kalan…

Samimiyet en önem verdiğim insani değerlerden. Ben hiç ‘mış gibi’ yapmadım. Kendimi nasıl hissediyorsam en şeffaf halimle ortaya koydum, sahte olan ve en önemlisi negatif hissettiren her şeyden her zaman uzak durdum.

» Az önce sözünü ettiğiniz mutsuzluk tanımına geri dönmek istiyorum. Bugünün kentleri de, mimarisiyle, kent yaşamıyla, sokakları ve trafiğiyle, o mutsuzluktan nasibini alıyor. Siz bu nedenle mi İstanbul’dan ayrıldınız?

Evet, çok güzel ve ışıltılı bir hayatım vardı burada. O davetten diğerine, o çekimden ötekine koştururdum. Ama bu süreçte hep bir şeyleri ertelediğimi fark ettim. Asıl istediğim yaşamı sanki hep erteliyordum, yaşamın özünü... Öte yandan, 20 yıl boyunca yaptığım işlerden tümüyle tatmin olmuştum zaten ve artık daha farklı hedeflerin peşine düşme vakti gelmişti. Ailem ve benim için daha doğru olan hayatı seçtim ve ait olduğumu hissettiğim topraklara yerleştim.

» Benzer şekilde, en üretken döneminizde anne olup kendinizi kızınıza adadınız, öyle değil mi?

Öyle ama iyi ki de öyle. 26 yaşımda evlendim, 29 yaşımda anne oldum. İlk iki yıl çocuğumun hiçbir anını kaçırmamak üzere hayatımı programladım. Konserler başta olmak üzere tüm tekliflere hayır dedim, sadece ve sadece kızım Maya ile ilgileneceğim diye pek çok şeyi askıya aldım. Çoğunluk önceliği kariyer ve para odaklı düşündüğü için benim tercihlerim biraz yadırganıyor. Olsun ben, mutlu olduğum şeyi yaşıyorum.

» Gündeme gelelim… Zeytinliklerin tesislere çevrilmesi meselesi gündemde, bu konuda Tarkan bir yorum yaptı ancak Bakan’ın karşılığında verdiği mesaj, “sen işine bak”tı. Sanatçı kendi işine mi bakmalı?

Ne münasebet. Bizim işimiz, önce ait olduğumuz topraklara sonra dünyaya sahip çıkabilmek. İnsanlığın amacı bu olmamalı mı? Bir sanatçının bu konuda ses çıkarmaması, asıl sorumsuzluk bu gibi geliyor bana. Ben zeytinliklerin içinde oturuyorum. Zeytin en kıymetli şey benim gözümde çünkü onların kutsal olduğuna inanıyorum. Dokunulmaz olması gerekiyor. Nefes alan her şeyin can taşıdığı, bunlara saygıyla ve korumayla yaklaşmamız gerektiği bilincine gelinmesini arzu ediyorum. Doğayı yok etmekle değil, korumakla yükümlüyüz.