Google Play Store
App Store

Prof. Dr. Ayşe Bilge Selçuk, “Dijital okuryazarlık seferberliği hayata geçirilmeli. Anne babalar bilmedikleri bir şeyi çocuğa öğretemezler. Bugün anne babaları, çocukları bekleyen en önemli sınav sınır koyma sınavı” diyor.

Sanal ortamda sınırlar değişti
Prof. Dr. Ayşe Bilge Selçuk

Tuğçe ÇELİK 

Covid-19 salgınından itibaren eve kapanıp hayatımızın ciddi bir kısmını dijital ortamlara taşıdık.

Bunun da etkisiyle sadece birkaç yıl içerisinde teknolojik ilerlemede yaşanan hız, dijital ortamın gelişmesine ve çeşitliliğin artmasına yol açtı.

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından yayınlanan Hanehalkı Bilişim Teknolojileri Kullanım Araştırması’na göre 2024’te internet kullanan bireylerin oranı yüzde 88,8‘e ulaştı.

Bireylerin en fazla kullandıkları sosyal medya ve mesajlaşma uygulamalarının yüzde 86,2 ile WhatsApp, yüzde 71,3 ile YouTube ve yüzde 65,4 ile Instagram olduğu belirlendi.

Prof. Dr. Ayşe Bilge Selçuk, Dijital Çağda Sağlıklı Çocuk Yetiştirmek başlıklı kitabında dijital araçların nasıl kullanılması gerektiğini ele alıyor.

Çocukların dijital dünyadan korunabilmelerinin en temel yolunun dijital farkındalığın ve okuryazarlığın kazanılmasıyla mümkün olacağına vurgu yapan Selçuk ile yeni kitabından yola çıkarak sosyal mecraları, teknoloji çağında ebeveyn olmayı ve son dönemde dijitalleşmenin çocukları şiddete ve suça nasıl teşvik ettiğini konuştuk.

Bu kitap nasıl bir ihtiyacın sonucunda ortaya çıktı? 

Covid-19 pandemisinde evlere kapandığımızda online seminerler vermeye başladım. Evde anne babalar çocuklarıyla kapanmışlar. Bir yandan anne babalar çalışmaya çalışıyor, diğer yandan çocuklar dijital dünyada eğitim almaya çalışıyorlar. Çok kaotik bir ortam var, kimse ne yapacağını bilmiyor. Sınırların kaybolmaya başladığı zaman orasıydı aslında. Bir anda içine atıldığımız bir dünya oldu dijital dünya. Kitabı yazmaya da o zaman başladım. Fakat sonra bütün o yazdıklarımı bir anlamda kenara koydum ve tekrar yazmaya başladım. Çünkü dijital teknoloji çok hızlı gelişti. Metaverse, yapay zeka ve buna bağlı olarak hem eğitimde hem sosyal medyada çok ciddi değişiklikler oldu. Mesela Instagram eskiden insanların fotoğraf post ettiği bir yerken bir anda shorts dediğimiz kısa videoların çok sıklıkla paylaşıldığı aplikasyonlar, filtrelerle bambaşka bir hal aldı. Estetik kaygılar, çocuklardaki estetik kaygılar, estetik operasyona olan talep, talepteki, yaştaki düşüş bunların hepsi çok ciddi meseleler olarak belirdi. Anne babaların gerçekten bir rehbere ihtiyaç duyduklarını düşündüm. Fakat böyle bir rehber yok ortada. Yararlı olacak bir kitap yazmak istedim ve çok emek vererek bu kitabı yazdım.

"DİKKAT SÜRESİ KISALIYOR, DÜRTÜSELLİK ARTIYOR"

Discord ve farklı mecralarda suç sayılan pek çok şiddet olayının yaşandığını gördük. Bir anda bu kadar suç ortaya nasıl çıktı?

Eskiden de vardı. Belli bir aşamayı geçtikten sonra artık çok daha yaygınlaşmaya başlıyor. Böyle bir döneme girdik. Bu ortamlarda o kadar hızlı değişiyor ki dünya, maruz kalan kişinin yaşadığı şeyin şiddet olup olmadığını anlayıp ona uygun davranacak bir durumu da her zaman olmuyor. Sanal bir ortam olduğundan artık fiziksel sınırlar yok, psikolojik sınırlara ihtiyaç var. Dijital dünyayla beraber dürtüsellik çok artıyor. 2024 yılı bittiğinde bütün internet trafiğini shorts dediğimiz kısa videoların oluşturması bekleniyor. Bir videonun sadece yüzde 22'sini izledikten sonra bir sonrakine geçiyoruz. Bu da video üreticilerinin giderek daha kısa videolar üretmesine sebep oluyor. Çünkü tüketilen videolar kısa. Algoritma, videoların kısa izlendiğini gördükçe kısa videoları daha çok gösteriyor. Kısa videoları daha çok gösterdikçe biz giderek kısa video üretiyoruz. Böylece dikkat süresi kısalıyor, dürtüsellik artıyor. İnsanı insan yapan en önemli özelliklerden biri dikkatini, dürtülerini, duygularını yönetebilmesini sağlayan özdüzenleme becerisi. Saldırganlığın, şiddetin önüne geçen beceri de bu. Dürtüleri yönetme becerimizi kaybediyoruz. Bu mecralarda şiddet içerikli oyunlar çok fazla. Fakat şiddetin gerçek hayattaki gibi sonuçlarını görmemizi sağlayan bir ortam değil burası. Öyle olduğunda şiddetin gerçekçi sonuçlarıyla kişi yüzleşmiyor. Dolayısıyla şiddete eğilim çok arttı. Sosyal beceriler ya da sosyal gelişim bir bütündür. Dijital dünya ya da fiziksel dünya diye ikiye ayıramayız. Bir yerde geliştirdiğimiz davranış eğilimlerini diğer dünyaya transfer ediyoruz. Ben bir dünyada şiddete eğilimliyim, öbür dünyada şiddete eğilimli değilim diye bir şey yok. O eğilim geliştiyse, gelişiyorsa, ben gerçek hayatta da öyle oluyorum. Çünkü ben bir bütünüm. Dolayısıyla gerçek hayatta da çok daha dürtüsel, şiddete eğilimli bir hale geldik. Bazı mecraların sınırlandırılması gerekiyor, hiç şüphesiz. İçeriklere dair düzenlemeler mutlaka gelmeli. Artık fiziksel sınırları olan bir dünya değil psikolojik sınırları olan bir dünyadayız. Dijital dünya öyle bir dünya. Bugün bunu yasaklayın yarın başka bir şey çıkacak. Dolayısıyla bizim donatmamız, kuvvetlendirmemiz gereken kişi insanın, çocuğun ya da yetişkinin kendisi.

"ANNE BABALAR ZAHMETSİZ ÇOCUK YETİŞTİRMEK İSTİYOR"

Ebeveynler bu konuda ne yapabilir? Çünkü onlar da çaresiz görünüyorlar.

Çaresiz değiller. En zor olanı çocuğa dijital dünyayı kullanmayı öğretmek, sınır koymak. Yaşına uygun şekilde becerileri geliştikçe o alanı açmak, “Bak bu yüzden yasaklıyorum, şu zaman izin vereceğim” ya da “Senin bunları daha rahat yaptığını gördüğümde, senin bu gelişim düzeyine geldiğini gördüğümde buna da izin vereceğim” demek gerekiyor. Ama bu çatışma içeriyor. Anne babalar masrafsız, zahmetsiz çocuk yetiştirmek istiyorlar. Belli bir problem, belli bir aşamaya gelinceye kadar görmezden geliyorlar. Bunun ne kadar zararlı olduğunu idrak edebilmiş değiller. Bağımlılıktan bir önceki aşama yoğun kullanımdır. Süre uzuyor, sıklık artıyor ve daha yoğun, daha şiddetli bir kullanım var. Bağımlılıktan önce çocuk bunun işaretlerini vermeye başlıyor. Daha önce yapıyor olduğu şeylerden hiç keyif almama, arkadaşıyla görüşüyorken, onlarla sosyalleşiyorken artık bunlardan tamamen uzaklaşma, günlük işlevlerini yerine getirememe gibi. Bunun önlemini almadığımızda bu giderek artıyor, yükseliyor. Bu bir bağımlılık. Her şeyin aşırısı sistemimizde bir bozulmaya, ciddi bir denge kaybına yol açıyor. Bugün anne babaları, çocukları bekleyen en önemli sınav sınır koyma sınavı. 
 
Çocuklar gelişim sürecinde çok erken maruz kalıyorlar tabletlere, cep telefonlarına. Bu, çocuğun gelişim sürecini nasıl etkiliyor? 

Yemek yerken tablet vermenin ya da ekran izletmenin istisnai koşulları vardır. Bazı çocuklar sinirim sisteminde problemle dünyaya geliyor. Yutmakla ilgili refleksif çıkartmaya sebep olan durumlar yaşıyorlar. Başka sağlık problemi olan çocuklar var, onların hastane süreçleri var. Oralarda ebeveynler izletmek zorunda kalıyorlar ve çok kötü bir şey yapıyoruz diye endişe ediyorlar. Bazen anne babalar çocukların ekran kullanımını hiç kontrol etmiyor. Tamamen serbest bırakıyorlar. Bu olacak bir şey değil. Biz fiziksel dünyada da çocuklarımızı tamamen serbest bırakarak büyütmüyoruz. Şimdi internete bağlı bir teknolojik aleti çocuğa verdiğinizde orası artık bütün dünya demek. Oyunların önemli bir kısmı etkileşimli ve karşısına kimin çıkacağını bilmiyor çocuk. Ebeveynlerin kullanabileceği, her mecranın kendi sınırlandırma uygulamaları var. Fakat anne babalar bunları da bilmiyor. Bunları yapmakla ilgilenmiyorlar. Çünkü onlar da çocukla çatışma yaşayacağı alanlar. Çocuk daha gelişimsel olarak olgunlaşmış değil, 18 yaş sınırı var bazı şeylerde. O da beyinsel olgunlaşmayla bağlantılı. Beyinsel olgunlaşmayı çocuk henüz tamamlamış değilken sorumluluk anne babada. Çocuğa gerekli gözetimi göstermemek çocuğu ihmal etmek demek. Bugün ebeveyn ihmalini tekrar tanımlamalıyız. Çünkü artık dijital dünyanın olmadığı bir ebeveynlik ya da çocuk yetiştirme söz konusu değil. Nasıl ki çocuğun fiziksel dünyada yalnız, kendi başına bırakılmasına dair ebeveynlere getirilen yükümlülükler var, dijital dünyada da bu yükümlülüklerin gelmesi gerekiyor.

Bir de dezenformasyon sorunu var tabii…

Dezenformasyon bu dönemin en ciddi problemlerinden biri. Bilerek ya da bilmeyerek yanlış bilginin üretilmesi ya da yayılması anlamına geliyor. Bu bilgiler genellikle korkutucu bilgiler yani negatif içerikler oluyor. Dezenformasyonu fark etmek bir donanım gerektiriyor. Bu donanımın ismi de eleştirel düşünme, daha geniş olarak bu kavrama sorgulayıcı zihin diyoruz. Eleştirel düşünme de o sorgulayıcı zihnin parçalarından biri. İşte bu da çocukların geliştirmesi gereken en önemli becerilerden biri. Eleştirel düşünme de her becerimiz gibi bir beceri. Üzerinde çalışarak geliştirilebilecek bir beceri. Çok küçük yaştan itibaren anne babalar çocuklarında bu eleştirel düşünme becerisinin gelişmesini destekleyebilirler. Bunu okullarda yapmak, müfredatın bir parçası haline getirmek gerekiyor. Bir de hangi özellikleri çocuklarımıza teşvik ediyoruz bunu düşünmemiz lazım. Mesela fazla uyumlu olmak ve itaatkarlık. Bunlar bizim çocuklarımızdan beklediğimiz özellikler olunca, eğitim sistemi düşünmeye, sorgulamaya değil de belletmeye yönelik olduğunda çocuk karşısına çıkan bilgiyi olduğu gibi alıyor. Doğru mu, değil mi, yanlış mı diye düşünmüyor. Zaten böyle bir pratiği yok, öğretilmemiş ona. Dolayısıyla çocuklarımıza sorgulamayı öğretmemiz gerekiyor. Bunların hepsi zorlayıcı şeyler. Ancak öğrenmeleri gerekiyor. Bizi bekleyen en önemli tehlikelerden biri de paranoya. Çünkü güven azalıyor, belirsizlik yükseliyor. Yapay zekadaki ilerleme birkaç sene içerisinde gerçekten ayrıştırılması çok güç olacak hesaplar ve içerikler üretilmesine sebep olacak. Yani bizi bekleyen aslında şu anda olanın yanında hiç. Eleştirel düşünmeye o zaman her zamankinden çok ihtiyacımız olacak.

Peki devlet bu konuda ne yapmalı?

Devletin yapabileceği en önemli şey dijital okur-yazarlık kursları açmak. Devlet bize önce temelini verecek, sonra da herkesin kendini güncelleyebileceği kurslar açacak. Bunlar bedava ve çocuklar, gençler, yetişkinler hatta yaşlılar için olacak. Çok aktif çalışması gereken bir dijital dönüşüm ya da dijital çağ ofisi gerekiyor. Çünkü bu mecralar sürekli çeşitlenecek. Uyuşturucuyla nasıl mücadele ediliyorsa bununla da öyle mücadele edilmeli. Bir yandan anne babaların, çocukların da bu konuda bilinçlendirilmesi lazım. Mutlaka dijital okuryazarlık seferberliği gerekiyor. Anne babalar bilmedikleri bir şeyi çocuğa öğretemezler. Her yaşta dijital okuryazarlığın sözel alfabetik okuryazarlıktan bir farkı var. Dijital teknoloji ilerledikçe oraya yeni bilgilerin, becerilerin eklenmesi söz konusu. Sözel okuryazarlıkta öyle değil. Ben okuma yazma öğrendikten sonra her kitabı okurum. Ama dijital okuryazarlıkta yeni becerilerin bu okuryazarlık kapasitesine eklenmesi söz konusu.

DENGEYİ KAYBEDİYORUZ

İnsanlık tarihinde böyle bir çağ yaşamadık. Çok hızlı bir değişim var. Bu süreci anlamlandırmak için neler yapılabilir?

Dengeyi kaybettiğimiz bir dönem yaşıyoruz. Şu anda yaşıyor olduğumuz şeyleri gözlemliyoruz, deneyimliyoruz, bunlardan ders alarak ne yapmamız gerektiğini, nasıl bir hareket almamız gerektiğini kestirmeye çalışıyoruz. Dış dünya, bizim iç dünyamıza etki eder. Dışarıda kaos varsa benim de kendimi düzenlemem çok zorlaşır. Bunlar bu dönemin gereklilikleri hep. Onun için dijital farkındalığı geliştirmemiz çok önemli. Ne aşamada uykularım bozuluyor, kendimi çok stresli hissediyorum, dikkatimi odaklamakta zorluk çekiyorum, sınava çalışacaksam çalışamıyorum, elimdeki bir işi bitireceksem bitiremiyorum. Bu farkındalık çok önemli. Ben yorgun olduğum bir gün çok daha hızlı bilişsel olarak stres yaşayabilirim ve tolere etmekte güçlük çekebilirim. O zaman kolay öfkeleniyorum, kızıyorum, kaygılanıyorum ya da duygularımı yönetemiyorum. Bunların hepsi işaret. İşte ben bunları fark edip dış dünyaya sınır koyacağım. Bu becerileri kazanamazsak sağlığını yitirmiş bir toplum bizi bekliyor. Bir toplumu ileriye götürecek şey onu oluşturan insanların psikolojik olarak sağlıklı ve sağlam olmasıdır.