Oscar’larda ülkemizi temsil etmek üzere bir Kore filmi uyarlamasını seçecek kadar konu sıkıntısı çeken sinemamızın, yakın tarihimizde yaşanmış toplumsal facialarla ilgilenmekten kaçındığını görüyoruz.

Sanat hayattan kopunca…

Bugün ve yarın iki değerli insanımızı anacağız, “Adalet ve Demokrasi Haftası” kapsamında. 31 Ocak 1990’da hukukçu – yazar Muammer Aksoy, 1 Şubat 1979’da gazeteci Abdi İpekçi siyasi cinayetlere kurban gitmişlerdi. Tıpkı, Bedreddin Cömert, Bedri Karafakioğlu, Doğan Öz, Cavit Orhan Tütengil, Ümit Kaftancıoğlu, Kemal Türkler, Bahriye Üçok, Çetin Emeç, Musa Anter, Ahmet Taner Kışlalı, Hrant Dink, Tahir Elçi gibi… Onlara sahip çıkmak görevi en başta sinemacılara düşmez miydi? Oysa yalnızca İpekçi cinayetini konu alan bir filmimiz var: Oğuzhan Tercan’ın “Uzlaşma”sı... Kısa ya da orta metraj belgesel çalışmalar var bu isimlerden birkaçı üstüne, ama çok daha kapsamlı ‘yaratıcı belgesel’leri ve kurmaca filmleri hak etmiyorlar mı?

Siyaset dünyamızın liderlerinin de sinemamızda gereğince işlendiğini söyleyemeyiz. Birkaçına ‘Siyaset Meydanı’ başlıklı yazımda değinmiştim. Menderes’in yaşamını beyazperdeye taşımaya Halit Refiğ’in ömrü yetmedi. Peki, İsmet İnönü’nün ya da Ecevit’in yaşam serüvenlerini beyazperdeye yansıtmayı düşünen yönetmenlerimiz var mıdır, bilemiyorum. Belki olmuştur da, yapım maliyeti gözlerini korkutmuştur, ya da destek fonunu elinde bir silah gibi kullanan AKP hükümetinin böyle bir konuya sıcak bakmayacağını düşünmüşlerdir. Tayyip Erdoğan’ın yaşamını konu alan iki filmden ilkinin uğradığı gişe felaketinden sonra, ikincisinin yapılamadığını da anımsatmakta yarar var. İktidara yaranma çabasının hazin sonu…

Oscar’larda ülkemizi temsil etmek üzere bir Kore filmi uyarlamasını seçecek kadar konu sıkıntısı çeken sinemamızın, yakın tarihimizde yaşanmış toplumsal facialarla ilgilenmekten kaçındığını görüyoruz. Yusuf Kurçenli’nin “Karartma Geceleri”, Tomris Giritlioğlu’nun “Salkım Hanımın Taneleri“ ve “Güz Sancısı”, Özcan Alper’in “Gelecek Uzun Sürer”, Kazım Öz’ün “Bahoz”, Mahmut Fazıl Coşkun’un “Anons” filmleri ülkemizi sarsan siyasal olaylara değinen az sayıdaki film arasında. Dersim, Madımak katliamlarını beyazperdeye taşıyan belgeseller yapıldı, ama yakın tarihimizin önemli olaylarından pek çoğu anlatılmadı, anlatılamadı…

Siyasetin krizi sinemanın ekmeği

Sinema dünyasında, siyasi krizleri, entrikaları konu alan sayısız film yapıldı. Frank Capra’nın “State of the Union”, “Bay Smith Washngton’a Gidiyor” adlı filmleriyle bu alanda öncülük yaptığını söyleyebilirim. Michael Ritchie’nin “Aday”ından Tim Robbins’in “Bob Roberts”ine, Alan J. Pakula’nın “Parallax Esrarı”ndan George Clooney’in ”Zirveye Giden Yol”una, Sidney Pollack’ın “Akbabanın Üç Günü”nden Barry Levinson’un “Başkanın Adamları”na Amerikan siyasal sistemini eleştiren pek çok ilginç yapım vardır. Amerikan İç Savaşını, Mc Carthy dönemini, Vietnam Savaşı’nı ele alan filmleri sıralamaya kalksam bu yazının sınırları yetmez. Önceki yazılarımdan birinde sözünü ettiğim, Aaron Sorkin’in “Chicago 7’lisinin Davası” da Amerikan adaleti üstüne yapılmış en güzel filmlerden biri. İzlenmeli…

ABD dışına uzandığımızda, Bertolucci’nin “1900”, Wajda’nın “Vaatler Ülkesi” ve “Mermer Adam”, Eisenstein’ın “Ekim” ve “Potemkin Zırhlısı” gibi başyapıtlarının yanısıra, Bondarçuk’un “Dünyayı Sarsan On Gün”ünü, Solanas’ın “Fırınların Saati”ni -henüz izlememiş olanlara- önermek isterim. Bir de, Nazi işgali altındaki Paris’te yaşayan sanatçıların şaşkınlığını ve ihanetini gözler önüne seren Edouardo Cozarinski’nin “Tek bir Adamın Savaşı”nı…

Sessiz Çığlıklar

Bazı yönetmenler, ülkelerinin tarihini alegorik anlatımlarla yansıtmayı tercih etmiştir. Macar ustalardan Istvan Szabo, “Budapeşte Öyküleri”nde ülkesinin içinden geçtiği zor dönemleri devrilmiş bir tramvayı yeniden raylar üstüne koyarak yangınların içinden geçiren bir grup insanın, “İtfaiyeciler Sokağı, 25”te bir apartmanın farklı kimliklerdeki sakinlerinin serüvenleri aracılığıyla anlatırken, özyaşam öyküsünden izler taşıyan “Düş Görme Çağı” ve “Baba” filmlerinde ülkesinde yaşanan 1956 isyanını etkileyici bir sinema diliyle aktarmıştır.

Reel sosyalizm eleştirisi, Batı dünyasının yaptığı pek çok filmde ‘karikatür’ düzeyinde kalırken, bu serüveni içerden yaşayan eski Sosyalist ülkelerden gelen eleştirilerinin bir bölümü gerçeklere ihanet etmeyen, insancıl yaklaşımları ile öne çıkar. Bunlardan biri, yeni izlediğim 2018 yapımı Alman filmi “Sessiz Sınıf” (Amerikalılar ‘Sessiz Devrim’ demeyi tercih etmişler). 1956 Macar ayaklanmasının Doğu Almanya’daki bir lisede yankılanmasını konu alan yönetmen Lars Kraume, gerçek bir olaydan yola çıkarak, Budapeşte’de sosyalist rejime başkaldıran Macar gençlerin Sovyet askerleri tarafından öldürülmesini protesto etmek amacıyla öğretmenlerinin sorularını sessizlikle yanıtlayan ve soruşturma sonucu okuldan atılan gençlerin dayanışmasını ve çoğunluğun Batı Berlin’e ilticasını anlatıyor.

Kraume, ayaklanmanın ardındaki provokasyondan ve ‘Özgür Dünyanın Sesi’ radyosunun yaydığı yalanlardan da söz ederek, klişelerden olabildiğince uzak durmayı başarıyor. Siyasal çalkantıların bireylerin yaşam öyküleri üzerindeki etkisinin, Alman sinemacılar tarafından sıkça işlenen bir tema olması şaşırtıcı değil, Almanya’nın yaşadığı Nazi felaketi düşünüldüğünde… Usta yönetmen Michael Verhoeven, “Kötü Kız” adlı 1990 yapımı filminde, ailesinin geçmişindeki Nazi izlerini keşfeden bir kızın dramını anlatmış, benzer bir hikaye daha sonra Costa-Gavras tarafından da ele alınmıştı.

Dünyadan haberler

“Kanlı Pazar” filminde İngiliz askerlerinin 1972 yılında binlerce İrlandalı militanı katlettiği bir toplumsal olayı konu alan (ve bu filmiyle Berlin’de ‘Altın Ayı’yı kazanan) İngiliz yönetmen Paul Greengrass’ın, bu yılın Oscar adayları arasında yer alması muhtemel yeni filmi Dünyadan Haberler”, İç Savaş’ta matbaasını ve karısını kaybeden bir yayıncının kasaba kasaba dolaşıp haberleri okuyarak yaşamını sürdürürken rastladığı, ailesinin öldürülmesinin ardından yerliler tarafından büyütülmüş ve ‘kiowa’ dilinden başka bir dil bilmeyen bir küçük kızla dostluğunu anlatırken, günümüzde önem kazanan bir konuyu, ırkçılığı eleştirmeyi ihmal etmiyor…

Peki, biz daha ne kadar bekleyeceğiz acaba, sinemamızın geçmişimizle yüzleşeceği günler için?