Avelina Lésper, çağdaş sanata dair yorumlar yaparken eleştirilerinin odağında, dogmalar ve onlarla genişleyen yüzeysellik (ya da vasatlık) bulunuyor. Dolayısıyla çağdaş sanatı ve sanatçıyı sorgulayıp kullandığımız ve çoğunlukla şüpheyle yaklaşmadığımız kavramlarla yaratılan piyasanın dayattıklarını görmemizi istiyor.

Sanat piyasasına eleştiriler

ALİ BULUNMAZ

Eleştirmen ve sanat felsefesi uzmanı Arthur Coleman Danto, kaleme aldığı metinleri şu iki soru(n) üzerine inşa etmişti: “Bir şeyin sanat olup olmadığına kim, nasıl karar verir?” ve “Sıradan şeylerle sanat ürünleri, hangi ölçülere göre birbirinden ayrılır?” Bu sorulardan hareketle Paolo Virno, “sanat, toplumun içinde suda eriyen tablet gibi seyreldi gitti” diyerek post-endüstriyel ekonominin çağdaş sanatı kabullere, dogmalara ve alış-satış fetişine sıkıştırdığına dair bir eleştiri getirmişti. Bu sistemin başlıca paradoksu, eser yaratma ve eseri üretip pazarlamaydı. Dolayısıyla Danto’nun bu bağlamdaki yorumu da yeniden hatırlanmalı: “Bir şeyi sanat olarak görmek, göze görünenlerden fazlasını gerektirir; sanat kuramı atmosferini, sanat tarihi bilgisini yani bir sanat dünyasını…”


Andy Warhol’ün temellerini attığı, herkese ve her keseye uygun sanatın ya da herkesin her şeyi sanat eseri hâline getirebileceğine ilişkin paradigmanın çağdaş sanat bağlamında eleştirilmesi, birer sahneye dönüştürülen mekânlara ve hazır nesneye şüpheyle bakmayı gerektiriyor. Tüketici ve üretici konumundaki, her şeyi estetize etmeye uğraşan çağdaş “sanatçıya” da…

Jean Baudrillard, hiper gerçekliğin hüküm sürdüğü dünyada, “derinlikten sıyrılmış” ve reklamcılık kokan sanatı eleştirirken “bayağılıktan doğan trans-estetik”i gündeme getirmişti. Don Thompson, bu estetiğin ve bayağılığın “değerini” sanatçıların, tacirlerin, markaların ve yüksek egolu koleksiyonerlerin belirlediğini not ederken Lyotard, konuya felsefi bir açıdan yaklaşıp “bir sanat yapıtının değeri, onun gelecek üretme kapasitesine bağlı” demişti. Filozof, sanatı ve kültürel mirası beslemek yerine pazara oynayan, salt sponsorluk ve kâr için işverenlere yönelen, bienalleri ve müzeleri kazanç kapısı hâline getiren, akım ve moda yaratma derdiyle yanıp tutuşanlara şüpheyle bakarken neoliberal makineye göbekten bağlanan çağdaş sanata eleştiriler yöneltiyordu.

Danto’nun, Lyotard’ın, Thompson’ın, Virno’nun ve Baudrillard’ın izinden giden yazar, tarihçi ve sanat eleştirmeni Avelina Lésper, Çağdaş Sanatın Sahtekârlığı’nda nesneleri, dogmaları ve estetikten uzak üretimleri irdelerken “Yoksa çağdaş sanat bir kandırmacadan mı ibaret?” sorusuna yanıt(lar) arıyor.

Lésper, giriş cümlesiyle kitabın seyrini belirlediği gibi tartışmalı konuları da daha ilk anda ortaya döküyor: “Çağdaş sanat teorisyenlerinin tesis ettiği dogmaların bazılarına hepimiz aşinayız: Sanatı meydana getiren şey eserler değil fikirlerdir; herkes sanatçıdır; sanatçının sanat addettiği her şey sanattır ve elbette küratör sanatçıdan üstündür…”

Lésper, her şeyin estetize edilme ve sergilenme potansiyelini sorgularken çağdaş sanatın âdeta bir ideolojiye dönüştürülmesini eleştiriyor. Kavramların içi boşaltılarak oluşturulan dogmalara karşı çıkmakla kalmıyor, hem devletle hem de iş çevreleriyle kâr odaklı ilişkiler kurup birer vaiz gibi davranan “sanatçılara” kuşkuyla yaklaşıyor. Bu “sanatçılar”, kof estetik ürünü eserleriyle ekolojiyi savunmaktan, cinsiyetçilikten şikâyet etmekten, tüketim toplumunu ve kapitalizmi kınamaktan geri durmazken kurumların hamiliğiyle ve piyasanın desteğiyle var oluyor.

Nesneleri sanat eseri diye satan, sergileyen, yerleştirmeler yapan ve bunlara değer biçerek sanatı bağlamından koparanlara dikkat çeken Lésper, “Küratörün söylemi piyasanın söylemidir, küratör bir satıcıdır” derken Vesna Madžoski’nin “küratör, fetişleştirir ve aracılık faaliyetleri yürütür” sözünü doğruluyor.

Madžoski, Küratörlük (Çeviren: Mine Haydaroğlu, Koç Üniversitesi Yayınları, 2016) başlıklı incelemesinde, küratörlerin 1990’lardan itibaren neoliberalizmin sanat ayağında etkinleştiğini ve fetiş nesneleri toplama, sergileme ve bunların satışına aracılık etme işini kotardığını hatırlatmıştı. Madžoski’ye göre küratör, dış dünyadan kopardığı “eserleri” tüketim nesnesine dönüştürerek piyasadaki konumunu kuvvetlendirdi. Lésper, küratörün sanatçının önüne geçmesini bir tuzak diye niteliyor. Ön plana çıkan küratör, sanatçının “birey ve yaratıcı kişilik olarak varlığını silmeyi amaçlıyor”; gerçek sanatı sergilemeyi reddeden aracı, yaratıcıyı aşağı çekiyor: “Çağdaş sanat, küratöre başka hiçbir sanat türünde olmadığı kadar sıra dışı bir fırsat sunar: Fikirlerinin sanatçıdan, eserden, dolayısıyla da sanattan daha önemli olması sağlanır. Kusursuz bir ilişkidir bu.”

Bir sonraki aşamada ise güzelliğin hor görüldüğü ve yeteneğin yok sayıldığı; Michel Onfray’in deyişiyle “çağımızın kusurlarının sergilendiği” galerilerde hayat bulan ve Lésper’in ifadesiyle mutluluğun ilahlaştırılmış hâlinin bir yansıması denebilecek “her şey sanat olabilir” dogması ortaya çıkıyor.

‘Vasatlığın seri üretimi’

“Her şey sanat olabilir” dogması, klişelerle dolu, kibir yüklü, yaratıcılık içermeyen, pornografik, estetik yoksunu ve kışkırtıcı görünümlü eylemlerin (performansların) “sanat” diye algılanmasına yol açabiliyor. Mesela, klasik bir tabloya çorba dökülmesi karşı-sanat olarak nitelenebiliyor ya da pornografik dışavurumlar benzer şekilde yorumlanabiliyor. Lésper’e göre ambalajlanmış bu eylemlerin (performansların) ne sanata ne de estetik deneyime bir katkısı var; onlar, etkisi çok kısa süren işler sadece.

Lésper, benzer bir durumun, sanat yapmayı kopyalamaya indirgemede ve kendini tekrar etmede de karşımıza çıktığını söylüyor. Yaratıcılığın köreldiği, yalnızca düşünme ve üretmenin ön plana çıktığı; olağan bir şeye, olağanüstü anlamlar yüklendiği ve sanatı endüstriyel üretime hapseden bir süreç bu. Yani kopyalamanın ve kendine mal etmenin de işin içine dâhil olduğu “vasatlığın seri üretimi…”

Lésper’in dikkat çektiği bir başka nokta, erkek egemen sanat dünyasında kadınların var olma uğraşı ve eylemleri. Feminizm sonrası sanat-kadın ilişkisini inceleyen yazar, “iyi niyet”in yeterli olmadığını, kadınların sanat dünyasında nesneliği reddederek özneleşme mücadelesinin iyi irdelenmesi gerektiğini vurgulayıp bazı performansları eleştiriyor: “Zayıflayan bedenini veya hastalıklarını fotoğraflamak, ameliyatlar, kesikler, dövmeler, doğum veya emzirme ânındaki bedenler, pornografiyi kopyalayan sergiler, bütün bu çalışmalara bağlamları dışında baktığımızda (güncel eserlerin büyük çoğunluğu için turnusol kâğıdı vazifesi görür) birer patolojiden, bireysel eğlenceden ya da hiçbir estetik deneyim sağlamayan alelade belgelemelerden ileri gitmezler.”

Lésper, çağdaş sanata dair yorumlar yaparken eleştirilerinin odağında, dogmalar ve onlarla genişleyen yüzeysellik (ya da vasatlık) bulunuyor. Dolayısıyla çağdaş sanatı ve sanatçıyı sorgulayıp kullandığımız ve çoğunlukla şüpheyle yaklaşmadığımız kavramlarla yaratılan piyasanın dayattıklarını görmemizi istiyor.