Sanatın uzunluğuna, bir anlamda zamansızlığına gönderme yapan Ars Longa, müzikal açısından da özel bir kıvam yakalamış

Sanat uzun, hayat kısa

“Sanat uzun, hayat kısa.” Ars Longa’nın kurucusu Sinan Çulhaoğlu’yla yıllar önce Peyote’de tanıştığımızda, o naif, melodik grubunun adını, biraz da felsefesini bana böyle açıklamıştı; Ars Longa, Vita Bretis. Hipokrat’ın bu sözünü Ars Longa o yıllarda; “Hayat biter, sanat kalır” şeklinde yorumluyormuş. Biraz daha farklı bir anlama geldiğini –hayat, sanatı layıkıyla becerebilmek için çok kısa- sonradan öğrenmişler. Ama zaman içerisinde, her iki anlayışı da benimsemiş grup. Dünyadaki küçüklüğümüzü erken kavrayanlardan, kalıcı, ‘uzun’ olan şeyin sanat olduğunu fark edenlerdendi Ars Longa. Binlerce yıllık eserler -insan eliyle ya da doğanın gücüyle- birkaç dakikada yok olabilse de, kalıcı olan sanattı. Musul Müzesi, 3 bin yıllık Nimrud şehri, İŞİD gibi barbarların zulmüyle yok olsa da ya da Nepal’deki tapınaklar muazzam bir depremin etkisiyle toza dönüşse de kalıcı olan sanattı. Zira insan ömrü sanatın ömrüyle karşılaştırıldığında gerçekten çok kısa. Bazen bir albümü yayınlamak için bile ömrünüzün ciddi bir bölümünü ayırıyorsunuz. O albümün ya da bir şarkının ömrünü kestirmekse pek mümkün değil. Ars Longa’nın durumu da biraz böyle.

İSTANBUL'UN 'SHOEGAZE'İ
Birkaç hafta önce yayınlanan albümleri 'Günler’in son haline gelmesi yıllar, yaklaşık 10 yıl aldı. Albümdeki şarkıların birçoğunu, grubun takipçileri MySpace’in popüler olduğu o eski yıllardan da hatırlayabilirler. ‘Gözyaşı Şişesi’, ‘İstanbul Uyurken’, ‘Merve Matemde’ gibi şarkıları o kadar eski dönemlere dayanıyor. Dolayısıyla albümü elime aldığımda “Acaba kulağıma biraz demode mi gelecek” diye şüpheye düştüm. Zira nasıl ki bir zamanlar müziği dinleme yöntemimiz olan MySpace hayatımızdan çıkıp yerine başka şeyler geldiyse, o dönemdeki birçok müziğin yerini de farklı şeyler aldı. Dolayısıyla ‘geç’ kalmış bir albümü sunmak gerçekten riskli bir işti. Ancak aksine, daha ilk birkaç şarkıyı dinledikten sonra bambaşka şekilde hissetmeye başladım. Sanatın uzunluğuna, bir anlamda zamansızlığına gönderme yapan Ars Longa, müzikal açısından da böyle özel bir kıvam yakalamış. Ne eski ne de yeni Ars Longa’nın bu albümü. Ama tüm bu şarkılar yıllar içerisinde toparlanıp da 'Günler’i oluşturmasa, Türkiye’deki alternatif rock üretiminde bir eksiklik olurmuş. Etraflarındaki birçok gruptan çok daha ‘olgun’ olsalar da, tuhaf bir şekilde taptaze, körpe tınlamaları da cabası. Bu şehirli, İstanbul’a atfedildiği bariz şekilde hissedilen ‘shoegaze’ albümü, şarkı sözleri açısından da zengin bir portre çiziyor. Bu yetkinlik, 'Günler’i müzik ve sözler ile yekpare bir hikâyeye dönüştürüyor. Yakın zaman önce verdikleri bir röportajlarında Sinan Çulhaoğlu; “Ben yaptığım müziği seviyorum ve sevdiğim sanatçıların müziğinin yanına koyduğumda sırıtmadığını düşünüyorum” demiş.

Tüm o bestelerin birtakım hedefler uğruna yapılmadığı, derinden bir yerden geldiği bariz şekilde anlaşılıyor. Sanırım ben de bu albümü kendi sevdiğim bazı grupların yanına koyacağım. Özellikle Mor ve Ötesi ve Sakin’in ortasına. Hiç de sırıtmaz. Kısa hayatım boyunca da, ara ara dönüp dinleyeceğim. Hiç sıkılmadan, Günler’ce.