Hidayet Karakuş’un 55 yıllık şiir serüveninden süzülerek özenle seçilmiş şiirlerinden oluşan özel bir seçki okuyucularıyla buluştu. Karakuş, “Yazdıklarım önerilerimi de içerir, direnme gücümü de söyler. Şiirle, yazıyla yürüyen bir insanın umutsuz olmaya, boyun eğmeye hakkı yoktur” diyor.

Sanat yaşamı kavramada çok önemli bir alan

KADİR İNCESU

İlk şiiri on üç yaşındayken okul duvar gazetesinde yayınlanan Hidayet Karakuş, 55 yıllık şiir yaşamını, bugüne kadar yayımlanan kitaplarından seçtiği 55 şiirle kutluyor. On üç yaşında yazdığı şiiri değil de bir edebiyat dergisinde yayımlanan ilk şiirini başlangıç sayıyor bu seçme şiirler için.

Hidayet Karakuş, “Kendi masalını yazıyor / derinlerden çektiği sulara”, susar mı “şiirin atardamarı” hiç diyerek. “Tarih biziz” diyen, hayata tanıklığını şiirle yapan Hidayet Karakuş ile Bilgi Yayınevi tarafından yayımlanan ‘Kül Kahvesi’ adlı seçme şiirler kitabı üzerine konuştuk.

Neden toplu şiirlerinizi değil de seçme şiirlerinizi kitaplaştırdınız?
Zaman zaman yakın arkadaşlarımdan bir seçme şiirler yapmamı isteyen öneriler geliyordu. Ancak ülkemizdeki şiir kitaplarına gösterilen ilginin azlığı ürkütüyordu beni. Yüreklenemiyordum böyle bir şeye. Yayınevinden böyle bir öneri gelince sevindim. Bugüne dek yayımlanan sekiz şiir kitabımdan şiirleri seçerken de oldukça zorlandım. Nasıl seçtiğimi de önsözde anlattım.

Toplu şiirler konusu da beni irkiltiyor. Bir şairin mezar taşı gibi gelir bana. Bu nedenle toplu şiirler şairin belki ölümünden sonra yayımlanırsa anlamlı olacaktır çünkü artık yeni şiir yazamayacaktır şairimiz. Bu anlamda bütün şiirleri topluca okura sunulabilir. Seçme şiirler de şairin yaşarken kendi yapacağı seçmeyle yayımlanması okur için daha ilginç olabilir. Bu bakımdan ‘Kül Kahvesi’ benim için de bir deneme oldu. Doğrusu yayımlandığında çok sevindim. Bir düş gibiydi benim için.

Şiirinize anlam katan nedir? Şiirinizi yazılış süreci mi, size duyumsattıkları mı, okurdaki karşılığı mı?
Yaşam o denli varsıl ki şiir, her an bir nabız atışı gibi duyumsatıyor kendini. Sanatçı yaşadığı dünyanın sorunlarıyla baş etmeye çalışırken şiiri bir silah gibi kullanmak ister. Şiir okuyan, şiirle coşkulanan her insan direnmeyi bilir. Şair hem kendi toplumunu anlatmak, hem insanlığın türlü durumlarını yoğunlukla söyleyebilmek çabasını güder. Şiir bu bakımdan en etkili türdür. Okuru heyecanlandıran, heyecanlandırırken değiştiren bir güçtür. Ayrımında olmadan değişir iyi şiir okuyan kişi.

“Umutlu bir çiçeğe benziyor / dudaklarında hüzün” dediğiniz eski tüfekler hayata, yazına bakışınızı nasıl etkiledi?
Eski Tüfekler, hep yaşadıkları toplumun sorunlarını, haksızlıklarını iliklerinde duyarak yaşadılar. Haksızlıklara karşı direndiler. Zindanlar, sorgular, işkenceler onları yollarından döndürmedi. Yılmadılar, umutla yürüdüler haksızlıkların üzerine. Baskılara ölümüne direndiler. Boyun eğmediler. Onlar, gerçekten insanlığın altın bir damarıydı. Onların savaşımları, iyiliğin, güzelliğin, eşitliğin, özgürlüğün savaşımıydı. Hep saygı duydum onların karşısında, hep heyecanlandım yaşadıklarını öğrendikçe. Kendilerini anlamayan, anlamak istemeyen, zalimlerin anlayışsızlığına karşı umutla direnirken anlaşılmamanın iç üzüncü vardı yüzlerinde. Zalimlere karşı hep soylu bir gülümseme.

“Bir çiçek boyu daha/ bir şarkı boyu daha uzun yaşamak” dizeleri, yazarak direnmenin karşılığı mıdır sizin için?
İnsanı yaşamda ayakta tutan en önemli güçlerden biridir sanat. Doğanın kişiye verdiği güç, sanata dönüştürülerek insana derinliğine yaşama özlemini duyumsatır. O yüzdendir ki hem bireyler için hem toplumlar için sanat yaşamı kavramada çok önemli bir alandır. Mustafa Kemal Atatürk’ümüz boşuna “Sanatsız kalan bir milletin yaşam damarları kopmuş demektir” diyor. Tersini söyleyebilecek biri var mıdır?

“İşte / tatsız anılar dolmaya başladı / korkarak yazmaya başladığım öykülere” diyen Karakuş’un yazdıkları yaşamına tuttuğu bir ayna mıdır yoksa bir “avuntu” mu?
Yazdıklarım önerilerimi de içerir, direnme gücümü de söyler. Şiirle, yazıyla yürüyen bir insanın umutsuz olmaya, boyun eğmeye hakkı yoktur. Şiir beni avutmaz ama mutlu eder. Direnmeye çağırır. Dünyayı değiştirmeye, daha sağlıklı düşünmeye, güzelliklerle kucaklaşmaya götürür. Yaşamın acılarını, coşkularını, çelişkilerini gösterir bana. Bunlara karşı olması gerekeni duyumsatır bana şiir. Her yeni şiire başladığımda öncekinden hem bir adım ileride hem daha derin coşkularla çıkarım yola. Önceki şiirlerin üstünde daha yeni bir şiirin sesini, dilini yakalamak isterim. Bu çabanın coşkusu bile başlı başına ayakta tutar beni.

Şiirde nereye vardığından çok nereye varamadığını bilmek isteyen Hidayet Karakuş, “tarih biziz” derken sanata nasıl bir görev yüklüyor?
Çakıltaşı kitabımın başına koyduğum ünlü Macar ozanı Sandor Petöfi’nin şu dizeleri, şiire başladığım yıllardan beri neden yazdığımı güzel anlatır: Kişisel acı ve sevinçlerinden / Başka bir şey dile getiremiyorsan / Hiçbir anlamın yok demektir dünya için / Bu kutsal çalgıyı bırak o zaman (Şiirler, Çeviren: Tahsin Saraç, Cem Yayınevi, 1973)

“Tarih Biziz”e gelirsek gücü elinde bulunduranın her şeyi yapabilme zorbalığına karşı çıkıştır. Özellikle Gezi’nin ruhunu yansıtır. Gezi’den yola çıkarak yazdım ama dünyanın her yerindeki direnen insanın çığlığını, öfkesini, direnme gücünü söyler. Zorbalardan daha güçlü bir toplumun varlığını duyumsatmak ister. Gerçeği haykırmak ister. Tarihi yapan aklıyla, bilgisiyle, namusuyla çalışarak üreten insandır. Üreten, direnen; aklını, bilgisini, ülke için, insanlık için namusluca kullanan her insan “Tarih Biziz” deme hakkını kazanır. Şiirde de bu seçmelerden yola çıkarak yazacak eleştirmenlerin (sahi onlar var mıydı?) şiirimi yargılarken şiirimin nerelere varabileceğini de imlemelerini çok isterim. Gerçi şair olarak ben yine sezgilerimle, bilgimle, duyarlığımla kendi ‘yeni’mi yaratmaya çalışırım. Eleştirmenlerin söyleyecekleri bana yalnızca yeni bir imgelem verebilir.