Kürt realitesini tanıdıktan sonra -ne kadar tanıdık meselesi, ayrı- şimdi de Dersim realitesini tanıyoruz...

Kürt realitesini tanıdıktan sonra -ne kadar tanıdık meselesi, ayrı- şimdi de Dersim realitesini tanıyoruz.  Sular seller gibi Dersim hikayeleri dolaşıyor medyada. Dolaşsın tabii... Karanlıklarımız açılsın... Görelim yanlışımızı, doğrumuzu...
Ama, daha önemlisi, konuşmakla kalmayıp, hem yaralar sarılsın hem  geçmişten ders çıkarılsın istiyor insan. Örneğin Dersim’in hakkı teslim edilsin, itibarı geri verilsin,  tarih kitaplarından politikaya gerçeğin yüzü ortaya çıksın istiyor.  Özür politik bir hamle değilse, ya da öyle kalmayacaksa bunların yapılması gerektiğine de kuşku yok.
Yapılması gerekenlerden biri de, Dersim i, -daha buna benzer daha birçok sorunu da kuşkusuz- yazan, gündeme getiren sanatçılara ve eserlerine özgürlük tanımak.

Fikret İlkiz, “38” adlı  Dersim’le ilgili belgeselin 2007'de Kültür ve Turizm Bakanlığı’nca yasaklanmasından ve bugünkü koşullarda yeniden değerlendirilmesi gereğinden söz ettiği bir yazıda, hala, “kamu düzenini ihlal etmeye sebep olabileceği” gibi, “baştan sona propaganda niteliği taşıdığı” gibi nedenlerle yasaklı olmaktan kurtulamadığını anlatıyordu. Ortada nedamet duyulacak, özür dilenecek bir durum var ki, özür dileniyor.  Öyleyse bunu anlatan şu veya bu eser nasıl “zararlı” olur, nasıl yasaklanır?

Fikret İlkiz’in sözünü ettiği “38” adlı belgesel film gibi, daha yasaklı birçok yayın var. Bunlardan biri de,  Bilgesu Erenus’un “Dersim’38” adlı senaryosu.  Erenus, daha 1998'de, daha bugünkü icazetli konuşmalar devreye girmeden Cumhuriyet’in 75. Yılının anısına kendince bir “armağan” hazırlıyor. Evet, ancak sanatçı duyarlılığıyla ortaya çıkabilecek bir armağan...

Ancak senaryonun içinde yer aldığı kitabın toplatılması da, DGM’de “bölücülük suçlamasıyla“ dava açılması da gecikmiyor. Mahkeme’ye bölücülük yapmadığını ama “yazmak benim mesleğim, onu ben seçtim ve her koşulda sürdüreceğim” diyen bir yazar Erenus... Kitabını yasaklayan, kendisine verilen cezayı erteleyen mahkemeye de, “aklımı tutuklayıp bedenimi salıveriyorsunuz “diyerek erteleme affını istemediğini söyleyecek kadar da aklına, ürettiklerine saygı duyan biri... Yıllardır bilinir olmaktan ya da para kazanmaktansa kendisi kalmak, inandıklarını korumaktan yana taviz vermeyen biri... Ama üretken...
Tüm yasaklamalara, görmezlikten gelmelere karşın kimisi oynanmış, kimisi de sahneye çıkamamış çok sayıda tiyatro eseri ve her biri Türkiye’nin farklı bir yarasına dokunan üç romanı var. Kendi adıma onu tanıyıncaya kadar romanlarını bilmediğimi de söylemeliyim.  Örneğin Kazı adlı roman... Kürt sorunun alevlendiği yıllarda, 1993’te yayımlanmış... İnsan sormadan edemiyor. Kürt kökenli olmayıp da, o toprakların, o insanların gerçeğine dair yazan kaç kişi var bu ülkede? Ve daha 1993’te...
Sanmayın ki, Bilgesu Erenus güzellemesi yapıyorum. Buna gerek de yok. Eserleri de, kimliği de ortada.
Ben, asıl bu ülkede sanatın, sanatçının da, ortaya çıkan insani  duyarlılıkların da uğradığı gadre yanıyorum.  Onlarla birlikte bu toplumdaki duyarlı damarların, onların getireceği iyileştirici ve dönüştürücü gücün tırpanlanmasına yandığım gibi.
“Dersim’38” adlı senaryo ve bundan üretilmiş “Çağrı” adlı oyun, Dersim’de yaşanan trajik olayları bazı belgeler ve tanıklıklara dayandırarak  ortaya koyarken, bunu Alevi gelenekleri içinde yer alan “Halk Mahkemeleri” gibi kurgu ve anlatım içinde yapıyor. Yani konu kadar oyunlaştırma da ilginç. Anadolu’nun kayıp gelenekleri çok ve bunların kitabi bilgilerden çok canlandırarak yaşatılmasına ihtiyaç var. Oyun bu yönüyle de övülmeye değer.
Senaryoda, Dersim adlı destancı kadın, “otuzsekiz yılını” divan kurup sorguya çeker. Görgüyü yönetirken 38’in hem suçlayıcısı, hem tanığı, hem de avukatıdır. Muradı da, yöre için insana yakışan kalıcı barışın izini sürmektir.
Dersim (destancı kadın) şöyle konuşur en sonda. “Dilsizdir, başsızdır demedik, otuzsekiz yılını konuşturduk! Giden canlara yazıksa da bu da bir şeydir! Yeniden yaşarken, aklın ışığında baktık ki, yıllardan bi yıl otuzsekiz, yirmisekiz de olabilirdi, ellisekiz de, doksansekiz de, ikibinsekiz de... Aklın ışığında baktık ki, bizim suçlarımızı silmese de, asıl suçlu savaş denen illet, insanı insanlıktan çıkarıyor iki yanlı....  Dara çekilmiş olsa da bizimle eğleşiyor savaş! Boynunda çocuk cesetleri, yanmış yıkılmış köyler asılı, toplu katliamlar asılı, gözü oyulmuş, penisi kesilmiş asker cesetleri asılı,  kurda kuşa, keçiye, genç-yaşlı, kadın-erkek canlara mezar olmuş mağaraların yanık kıl, et kokusu, insanlığa ihanet asılı ama, o hala sırıtabiliyor.”

Kısacası Dersim’den yola çıkarak insanlığın dramını, savaş ve kıyım gibi illetlere bulaşmaktan kurtulamayan insanlığın çıkmaz sokağını anlatıyor Bilgesu. Yasaklanmak şöyle dursun, okumakta, okutmakta yarar olan bir şeyler anlatıyor.

Gerçekten sanatçılar, özellikle duyarlılığını yitirmemiş, para ve gücün kokusuyla algıları bozulmamış sanatçılar toplumun onuru. Onlar bugün olduğu gibi daha Dersim muhipleri türemeden insan onurunu temize çıkaracak  çok şey yapmakta, söylemekteler... Onları duyan, fark eden toplumların  da en azından bir gün temize çıkma ihtimali vardır...  Ama ya göremeyenler... O toplumlar için umut var mıdır, dersiniz!