Pandemi sürecinde iktidarın müzisyenleri yalnız bıraktığını anımsattığımız Ozan Çoban, “Pandemi iktidar tarafından sömürmenin, yoksullaştırmanın, seküler yaşam tarzına müdahalenin aracı haline getirildi. Öte yandan örgütsüzlüğümüz yüzümüze tokat gibi çarptı” diyor.

Sanatçı halkıyla kavga eder ama ona asla küsmez

CAN UĞUR

Halk ezgilerine getirdiği yorumların yanında farklı ses rengiyle de dikkat çeken müzisyenlerin başında geliyor Ozan Çoban. Pandemi süreci tüm sanatçıları etkilediği gibi onu da ciddi biçimde etkiledi. Bu süreçte çeşitli üretimler gerçekleştirse de tablonun olumsuzluğuna işaret eden Ozan Çoban, müzisyenlerin örgütsüzlüğüne de işaret ediyor. Ozan Çoban’la sanatçı-toplum ilişkisinden yeni projelerine kadar birçok konuyu BirGün Pazar için konuştuk.

Koronavirüs müzisyenleri nasıl etkiledi?

Bu süreçte müzisyenler hem psikolojik olarak hem de ekonomik anlamda çok zor durumda kaldılar. İşleri ellerinden alındı, ekmeğini kazanamaz hale getirildiler. Doğru düzgün bir destek de sunulmadı. Kışın ortasında evsiz barksız sokağa atılmış gibi oldular. Haliyle şu an çok çaresiz, gururları da incinmiş haldeler. Enstrümanını satandan, çay ocağı açana, kuryelik yapandan, memleketine dönüp bağ bahçe işleriyle uğraşana; birçok müzisyen müziği bir kenara bırakıp kendine alternatif bir geçim kaynağı arama derdine düştü. Nasıl düşmesin? Sahneler kapandı, konserler yasaklandı ama faturalar kiralar kredi borçları yasaklanmadı ki! Tüm bu yaşananlar yıllarca sanatıyla yaşamını sürdürmüş onurlu insanlar için gerçekten çok ağır. Böyle bir psikolojide müzisyen nasıl üretebilir? “Tatildesiniz, bu süreçte çok daha iyi üretirsiniz” diyenler yanılıyor. Maalesef dert ekmek olduğunda sanatsal faaliyet büyük bir lükse haline geliyor.

Sanatçıların neredeyse tamamı bu dönemde güvencesizlikten yakındı. Bu alanda güçlü bir örgütlülüğün olmamasının bu tablodaki payı nedir?

Öncelikle şunu ifade etmemiz gerektiğine inanıyorum; iktidar sahipleri yaşadığımız tüm sorunların sebebi olarak yalnızca pandemiyi görmemizi istiyorlar, bu süreci de kendileri açısından muazzam bir fırsata çevirdiler. Önlem diye hayata geçirdikleri her uygulamada halk sağlığını değil de bir avuç azınlığı ve bunların şirketlerinin kârlarını düşünen bir politika uyguladılar, uyguluyorlar. Pandemi bahanesi sömürmenin, yoksullaştırmanın, seküler yaşam tarzına müdahalenin aracı haline geldi. Ben müzisyenlere yaşatılanların da bu düzlemde değerlendirilmesi gerektiğine inanıyorum. Maalesef pandemi süreci bize emekçi olduğumuz gerçeğini acı bir şekilde hatırlattı. Diğer emekçilerin yaşadığı hiçbir sorundan azade olmadığımızı çok acı bir şekilde deneyimledik. Örgütsüzlüğümüzü yüzümüze tokat gibi çarptı. Emekçilere ve haklarına amansız bir saldırının olduğu böylesi bir döneme örgütsüz olarak girmiş olmanın bedelini ödüyoruz hepimiz. Bu yüzden iktidarın keyfi uygulamalarına ve onur kırıcı sadakalarına muhatap oluyoruz, bu yüzden sosyal güvence meselesi müzisyenler için her dönemin sorunu. Pandemi süreciyle bu güvence meselenin çözülmesinin ne denli hayati olduğu herkes tarafından görüldü ve kabul edildi. Fakat kimse bize ‘Evet haklısınız sizin sosyal güvence meselenizi çözüyoruz’ demeyecek. Bizler hakkımız olan için örgütlü bir tepki sunmadığımız sürece de hiçbir sorunumuz çözülmeyecek. Hangi emekçi örgütlenmeden, örgütlü bir tepki ortaya koymadan hakkını alabilmiş ki biz alalım? Maden işçisinden öğreneceğimiz çok şey var…

Toplumda yaşananlar sanatçıyı nasıl etkiliyor? Yaşananlardan izole olabilir mi sanatçı?

İnsan toplumla, sanat da ancak insanla var olabilen şeyler. Toplum ve sanatçıyı birbirinden ayrı düşünmeye çalıştığınızda gerçeklikten uzaklaşıyor, insanı da sanatı da bayağılaştırmış oluyorsunuz. Oysa ne sanatçı içinde yaşadığı halkın sorunlarından azade, ne de halk sanatçının ürettiğinden uzaktır. Sanatı, sanatçının yaşadığı toplumla kurduğu bağdır. Şüphesiz yorucu karmaşık bir süreçtir bu. Toplumdan aldığını topluma vermek… Bazen onu yüceltmek bazen onunla kavga etmek… Karşılıklı beslenmeler, gerilimler… Budur sanatsal üretimin özü. Büyük sanatçılara bakın; Nazım’a, Ruhi Su’ya, Mahzuni’ye… Hepsinde müthiş bir halk sevgisi görürsünüz, canlarından çok sevmişlerdir halklarını. Ancak halkı halk olmaktan çıkaran, onu köleleştiren, ezen her şeyden de nefret etmiş, bunlarla gerek sanatları gerekse de varlıklarıyla ölesiye savaşmışlardır- ki hâlâ savaşıyorlar. Mahsuni’nin ‘yuh yuh’ türküsü Boğaziçi öğrencilerin direnişindeydi misal… Şöyle toparlayabilirim; sanatçı halktan uzak olan değil, halkını çok seven, onun için kavgaya tutuşan, gerektiğinde halkıyla da kavga edendir. Ama asla halkına küsen değildir.

Müzikal olarak sosyal medya platformları üzerinden oldukça sevilen birisiniz. Albüm de dahil olmak üzere farklı projeleriniz olacak mı?

Sosyal medya, pek çok araz da barındırmasına rağmen bağımsız bir müzisyenin kendini var etmesini olanaklı kılan bir alan. En azından sanırım benim için öyle oldu ve ben bu bağımsız olma haline çok alıştım ve bu hali çok seviyorum. Bunun beni her olumlu yönde beslediğine inanıyorum. Şu an aktif olarak kullandığım bir Youtube kanalım ve Spotify’da yayımladığım bir albümüm var. Youtube’da olan şarkılarımın birçoğu yakın zamanda Spotify’da da olacak. Bunlar dışında konserler için yanıp tutuştuğumu söyleyebilirim. Pandemi izin verirse ivedilikle buna dair çalışmalarım olacak. Kendi üretimlerimin yanında bir de 15 yıllık müzikal yoldaşım Güneş Demir’le ortak üretimlerimiz var. Güneş’le bestelerimizden ve düzenlemelerimizden oluşacak, ortak bir albüm projesi üzerinde çalışıyoruz. Dilerim 2021 tüm bu çalışmalarımızın hayata geçtiği ve konserlerde de buluştuğumuz bir yıl olur.

MÜZİK O KADAR ZENGİN Kİ…

Halk ezgilerini farklı müzikal enstrümanlarla yorumluyorsunuz. Estetik olarak bunun dışında ne gibi çalışmalarınız var ve olacak?

Müzik öyle zengin öyle sonsuz bir şey ki… Ben de elimden geldiğince bu zenginliği kullanmaya çalışıyorum. Ruhi Su’nun deyimiyle türküler canlı birer varlık. Çağın gereklerine göre bir yol bulup dilimize düşüyorlar. Ben de bu yolda kendimi bulmaya çalışıyorum. Emekçilerin diline düşmüş bir şarkıya sebep olma hayali, insanlara bir parça olsun umut aşılayabilmek niyeti en büyük motivasyon kaynağım. Estetik kaygılar ve yeni müzikal arayışlarım da bunların çevresinde şekilleniyor. Her müzisyen gibi ben de çalabildiğim enstrümanları, sesimi; nasıl ve nerede, hangi şarkıda kullansam sorularıyla yaşıyorum. Ama ne olursa olsun, hangi estetik kaygıyı güderseniz güdün, bence burada en önemli şey müziğinizin taşıdığı duygu yükü. Duygu yükünü artıracak, onu derinleştirecek ve aktarımını güçlendirecek her şeyin doğru bir müdahale olduğuna inanıyorum. Müzik büyülü ve karmaşık bir sadelik. Her çalışmamda o dengeyi arıyor, o büyülü sadeliğe ulaşmaya çabalıyorum.