Yazar Adnan Gerger’in Tavhane Çocukları adlı romanı okuyucuyla buluştu. Gerger, romanından alıntı yaparak “İnsanı kendi suskunluğunda korkak bir yaratığa dönüştüren, boyun eğişidir” diyor.

Sanatçı iktidarla işbirliği yapmaz

Cevahir BEDEL

Gazeteciliğin yanı sıra edebi eserleriyle Türk Edebiyatı'nda yer edinen Adnan Gerger’in İthaki Yayınları’ndan çıkan romanı Tavhane Çocukları geçen ay raflarda yerini aldı. Yunus Nadi Roman Ödülü ve Dil Derneği Onur Ödülü başta olmak üzere birçok ödül alan 64 yaşındaki Gerger, okuru yeni romanıyla görmezden gelinen bir dünyaya çağırıyor. Romanını yazmaya çalışan bir gazeteci, katliamlar, muhbirler ve masumların yer aldığı Tavhane Çocukları’nı Gerger ile konuştuk.

Tavhane Çocukları, sokakta yaşayan çocukları, kıyıda kalan insanları, yaşamın dışına itilen ötekileri konu ediniyor. O dünyayı bize tam dozunda yansıtmışsınız. Bu dili yakalamak için alan çalışması yaptınız mı?
Evet, alan çalışması yaptım. Ama roman yazmak için değil, belgesel hazırlamak için. Türkiye’de birçok yere de gittim. Ama inanın çok uzağa ya da göçmen kamplarına gitmeye gerek yok. Ankara’da Mamak’ta Dostlar Mahallesi’ne gidin. Kentsel dönüşüm mahallelerinden biri. Mahalle sanki savaştan çıkmış. Jargona gelirsek evet yaşam biçimi insanlara yeni diller yaratmasını öğretiyor. Nasıl yoksulluğun bir yaşam biçim varsa dili de var. Alan çalışması yaparken bu dile de çok dikkat ettim. Anlattığım hikâyeyi tamamlamak için bu dili kullanmak zorundaydım, üstelik.

Romanın başlangıç noktası bir köy… Coğrafya, Tavhane Çocukları’nı düşündüğümüzde sınır mı, olanak mı sizce?
Her ikisi de. Hem sınır hem de olanak. Sınır çünkü anlattığım coğrafyada insanların yaşam biçimleri bir olanak, ancak bu coğrafyayı anlatmak, edebi bir dille söylemek gerekiyorsa coğrafyaya yeni anlamlar yüklemek bir sınır. Bu öyle bir sınır ki, mayınlarla ve yüksek duvarlarla çevrili. Bu nedenle hem bu coğrafyayı yaşamak hem de yazmak çok zor.

sanatci-iktidarla-isbirligi-yapmaz-996028-1.
Tavhane Çocukları
Adnan Gerger
İthaki Yayınları, 2022



HER YAŞADIĞIN MASUM DEĞİL

Bir romanda gizem ve iz sürme sizin için olmazsa olmaz bir şey midir? Bütün gizemi baştan söyleyen ve sonra öyküsünü kuran romanlar da var, örneğin…

Bu aslında kurmaca kaygının akışından kaynaklanıyor. Kurgunun kendi dinamiği içerisinde kendiliğinden akan bir şey. Bu söylediğiniz yöntem tamamen polisiye romanlarda gördüğünüz bir teknik. Ancak benim tekniğim bunun dışında. Bu polisiye roman değil çünkü. Her romanda var olan gizem ve iz sürme okuru uyanık tutma kaygısını taşır. Ben buna biraz daha değişik boyut kazandırmaya çalışıyorum. Hikâyelerden yeni hikâyeler kurma, hikâye bozup yeniden kurmayı amaçlıyorum. Eğer anlattığınız hikâye güçlüyse böyle bir tekniğe ihtiyaç var. Hayatımız kiriminalize diğer yandan. Sonuçta böyle bir coğrafyada yaşıyorsunuz. Bir anlamda neredeyse her şeyin her an suç sayılabileceği, altında bir çıbanbaşının çıkacağı bir ülke. Yani okura diyorum ki her gördüğün şey gördüğün gibi değil, her yaşadığın masum değil, her okuduğun da roman değil.

Bu coğrafyayı bilmeseydiniz de böylesine net anlatabilir miydiniz?
Bu coğrafya bilincimin oluştuğu kadar entelektüel birikimini ilk elde ettiğim yer. Ben salt yaşam biçiminden söz etmiyorum. Binlerce yıl mitoslardan döllenen bir Mezopotamya kültüründen bahsediyorum. Bir hazine değerindeki etnografik ve demografik yaşamsal kazanımlardan. Eğer sizde insani bir sorumluluk yoksa nerede yaşarsanız yaşayın bunun bir önemi yok. Bir başkasının acısını içselleştirmek insan olmanın borcudur.

***

İnsanı yaratığa dönüştüren boyun eğişidirİktidar-yazar ilişkisine nasıl bakıyorsunuz?
Yalın ve net bir dille yanıt verilmeli bu soruya. Bırakın bir yazarı, sanatın herhangi bir dalında üretim yapan sanatçı iktidarla asla işbirliğine gitmez. Ona biat etmez. Ettiği an, artık onun ideolojik aygıtı olmayı kabul eder. Sanat, iktidara bağlı ideolojik bağlılığı her zaman reddetmiştir, reddetmesi de gerekir. Bu durum, edebiyatta olsun sanatta olsun estetiğin ahlaki sorunudur, aynı zamanda. Sanat üretimi, her ne kadar bir ticari kuruluşunun seri üretimi değil de bir kişinin yeteneği ve becerisiyle tekil üretim olsa da satılan bir şey olduğu için sonuçta metadır. Demem o ki her ne kadar bir ‘meta’ üretiliyor olsa dahi edebiyatın estetik dokunuşlarını katmalarını hiçe sayılmamalıdır. Hatta okuru, yapılabiliyorsa aynı zamanda vicdanın sesini de dinlemesini sağlamalı. Çünkü Tavhane Çocukları kitabının 130’uncu sayfasında Kopuk’un dediği gibi, “İnsanı kendi suskunluğunda korkak bir yaratığa dönüştüren, boyun eğişidir.”