Millet İttifakı’nın ‘Ortak Politikalar Mutabakat Metni’nde çeşitli konularda olumlu ifadeler yer alıyor ama özellikle kültür ve sanat alanlarına ilişkin politika önerileri yetersiz kalıyor.

Sanatçıların özgürlük ve özerklik beklentisi

Altılı Masa’nın hafta başında açıkladığı ve bir seçim bildirgesi niteliği taşıyan ‘Ortak Politikalar Mutabakat Metni’nde, nicedir bozulan toplumsal dengeleri yerine oturtma, ülkemizi tek adam rejiminin yarattığı ekonomik ve toplumsal bunalımdan kurtarma hedefine yönelik 9 ana başlık altında 75 alt başlıkta 2 bin 300’den fazla somut hedef, politika ve proje yer alıyor.

Mutabakatın ana omurgasını, güçlendirilmiş parlamenter sistemin tüm kurum ve kurallarıyla işlemesini sağlayacak politikalar oluşturuyor. Özgürlükçü, demokratik bir sistem için Meclis iradesinin yeniden tesisi, yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı, uluslararası sözleşmelerden geri çekilme yetkisinin Meclis’e ait olduğunun anayasal güvence altına alınması, devlet harcamalarında kamu yararının güdülmesi, bilim, yenilikçilik, girişimcilik ve dijital dönüşüm gibi hedeflere diyecek yok. Bu hedeflere ulaşmak için şeffaf ve katılımcı bir yönetim anlayışının öngörülmesi de son derece olumlu.

Metinde, uluslararası yerine milletlerarası, özgürlük yerine hürriyet sözcüklerinin kullanılmasına da takılmıyoruz. Önünde sonunda, altı partinin ortaklaşabildiği kavramlar bunlar ve bir partinin sözcük seçiminde ısrarcı olması çok da anlamlı değil… ‘İstanbul Sözleşmesi’nin adı anılmasa da, ‘milletlerarası sözleşmelerin getirdiği yükümlülükleri yerine getirme sözünün aynı anlama geldiğini biliyoruz. Ama bazı muğlak ifadeleri tehlikeli bulduğumuzu söylemeliyim. Örneğin, ‘Hukuk, Adalet ve Yargı’ başlığı altındaki “Düşünce, kanaat ve ifade hürriyetlerini güçlendireceğiz” sözcükleri yerine daha net bir ifade kullanılamaz mıydı? Dikta sonrası Arjantin Anayasası’nın bir maddesini anımsatmak isterim: “Yasaklamak yasaktır!”…

CUMHURİYET’İN TEMELİ

Ekonomi, finans gibi haddim olmayan konular ve çeşitli sektörlere ilişkin politikalara ilişkin görüş belirtmek yerine, eleştiri ve önerilerimi kendi alanımla sınırlandırmak; Atatürk’ün “Cumhuriyetin temeli kültürdür” sözünden hareketle, Millet İttifakı’nın ortaklarının dikkatini bu alana çekmek istiyorum. Ülkemizin gelecekte de popülist tek adam rejimleri ile yönetilmesini istemiyorsak, bunun çaresini yalnızca ekonomik ve sosyal politikalarda aramaktan vazgeçmeliyiz. Kültürel gelişmesini tamamlayamamış toplumlar her zaman benzer tehlikelere maruz kalabilir. Bunun panzehirini ise eğitim, kültür ve sanatta aramak gerekir.

Sanat lüks bir tüketim mecrası değildir. Çağdaş bir toplum, sanattan nasibini almış bilinçli bireylerden oluşur. Kültürel çeşitliliğini yitirmiş, tektipleşmiş bir kültürde yetişen bireyler tek adam rejimlerinin cazibesine kolayca kapılabilir. Çünkü sanat kültürü donanımına sahip değillerdir. Hümanizmden, insan, hayvan, kısaca doğa sevgisinden mahrum yetişmişlerdir. Maddi çıkarlarının ötesini de düşünebilen bireylere ihtiyacımız var. Altı partinin liderlerinin insan ve doğa sevgisi ile yetişmiş, emek sömürüsüne dayalı bir ekonomik gelişmeye karşı duracak, ülkesinin kaynaklarını peşkeş çekmeyecek vicdan sahibi seçmenlere itirazı yoktur herhalde. O zaman, kültüre, sanata biraz daha özen göstermeniz gerekiyor.

Cumhuriyet’in ilk yıllarının kapsamlı kültür politikasının yarattığı kurumların hemen hepsi bugün ciddi sorunlarla boğuşuyor. Bu kurumların geleceğine ilişkin ne düşünülüyor, bilmek istiyoruz. Genelgeçer ifadeler yeterli değil. Onları çok duyduk… 1920’ler dünyasının koşullarında gerçekleştirilen kültürel atılımları artıları, eksileri ile değerlendirerek, günümüzün ihtiyaçlarına cevap verebilecek bir kültür politikasına ihtiyacımız var. Tekçi, dayatmacı bir kültür politikası değil beklentimiz. Çoğulculuğa, çok sesliliğe, katılımcılığa açık bir politika…

PEKİ NASIL OLACAK?

Devlet güdümlü bir politikanın günümüzde geçerli olmayacağını tüm siyasi partilerimiz görüyor olmalı. O zaman, "Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler", ya da "Devletin kültür politikası olmaz" mı diyeceksiniz? Hayır, bu işin kolayına kaçmak olur ve sonuçları hiç parlak olmaz. "Devlet kültürden elini çeksin, gölge etmesin yeter" ifadesi bazılarımıza cazip gelebilir ama gerçekçi değil. Bu yaklaşım, sanat alanlarını iki odağa, elit bir kesime nitelikli sanat hizmeti götüren büyük sermaye ile ucuz magazin ve tüketim kültürü tacirlerine teslim etmek olur. "Kültür endüstrilerinin vergi yükünü azaltacağız" vaadi de yeterli değil kanımca, patronlara avantaj sağlanacak ama sanat emekçileri vergi ödemeye devam mı edecek?

Kültür ve sanatımızın dünyaya tanıtılması, altyapı yatırımları, kültürel mirasımızın korunması, sanat emekçilerine ve sanat etkinliklerine destek sağlanması, toplumun en geniş kesimlerinin sanata ulaşımının -İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nde yazıldığı gibi- insan hakkı olarak kabul edilip, bu hizmetin yerine getirilmesi gibi konular özel sektörün insafına terk edilemez. Merkezle yerel yönetimlerin işbirliğine (görev paylaşımına) dayalı kapsamlı bir kültür-sanat politikasına ihtiyacımız var.

Kültür, dinden bilime, sanattan spora uzanan çok kapsamlı bir alan. Bu alanda ilk kural, laik bir sistemin şemsiyesi altında ‘inanç özgürlüğünü’ de içeren ‘düşünce ve ifade özgürlüğü’nü güvence altına almak olmalı ki bu yaklaşımın ipuçlarını Mutabakat Metni’nde bulmak olası. Farklı siyasal görüşlere sahip partilerin ‘kültürel çoğulculuk ve eşitlik’ kavramına bir itirazları olmaması gerekir. Metinde yer almamasını büyük bir eksiklik olarak gördüğümüz bir diğer husus, çeşitli bakanlıkların yapısında değişiklikler yapılırken, Kültür’ün Turizm’den ayrılması. Kültürel kalkınmaya önem veren ülkelerde Kültür Bakanlığı’nın Turizm’le bir arada yapılandırılması söz konusu değildir. Üstelik Batı ülkelerinin hiçbirinde Turizm Bakanlığı yoktur (nitekim, ülkemizin yurt dışına göndermek istediği turizm müşavir ve ataşelerine Avrupa ülkeleri diplomatik statü tanımadığından, tanıtma müşavirliği/ataşeliği gibi bir tanım getirilmiştir). Batı ülkelerinde turizm sorunları özerk turizm kurumları/konseyleri tarafından çözümlenir.

Özgürlükçü bir politikanın uygulanmasında, devletin sivil toplumla el ele vermesi gerekir. Kültürün farklı alanlarında uygulanabilecek bir ilkedir bu. Sayın Kılıçdaroğlu’nun çeşitli zamanlarda gençlere ve farklı toplum kesimlerine “Sizinle ilgili kararları sizler alacaksınız” dediğini anımsıyorum. Başka liderlerin de farklı düşündüğünü sanmıyorum. Bunun somut biçimi de özerkliktir. Mutabakat Metni’nde, “Vakıflar Genel Müdürlüğü, Anıtlar Yüksek Kurulu ve Koruma Bölge Kurulları’nı gerçek anlamda özerk hale getireceğiz” cümlesi yer alıyor, ama Devlet Tiyatroları, Devlet Opera ve Balesi, Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası, Şehir Tiyatroları Yunus Emre Enstitüsü gibi kurumların sanatsal ve idari özerliğe kavuşturulması gibi bir hedef yok nedense. AKP iktidarının tahakkümü altına girmeden önce özerk bir statüye sahip Türkiye Futbol Federasyonu’nun, TRT’nin, TÜBİTAK’ın, üniversitelerin sahip olduğu özerkliğin yeniden tesisi gerekir. Devletin, sanat alanında karar verici olması faşist rejimlere mahsus bir anlayıştır. Bu yaklaşımın farklı siyasi çizgilerdeki ittifak ortaklarınca kabul görecek bir öneri olduğunu düşünüyorum. Bilmem yanılıyor muyum?

Mutabakat metninde, ‘Sektörel Politikalar’ başlığı altında yer alan ‘Kültür’ alt başlığında, sistematik bir yapının parçası olmayan büyüklü, küçüklü öneriler sıralanmış. Bu öneriler demetini bir arada tutan bir ana fikir yok ortada. Oysa, Avrupa ülkelerinin pek çoğunda var olan Özerk Sanat Kurumu/ Sanat Konseyi modeli üzerinde yıllardır sayısız çalıştay ve sempozyum düzenlendi. 1990’ların başında oluşturulan Özerk Sanat Konseyi Girişimi ilk ‘Sanatçılar Kurultayı’ 1995 yılında toplandı ve bu girişim, farklı sanat örgütlerinin öncülüğünde 6 kurultay gerçekleştirdi. Erdoğan rejimi bu çalışmaları yürütenlerle diyalog kurmak yerine, sanat alanlarını yandaş şirketlerin eline teslim edecek, devletin sanat kurumlarını ortadan kaldıracak bir TÜSAK tasarısı hazırladı. Oysa sanat alanındaki meslek kuruluşlarının önerisi çok farklıydı. Devletin sanat kurumları dışındaki bağımsız sanatçıların, sanat inisiyatiflerinin ve özel kuruluşların çalışmalarına destek verecek -özel değil özerk(!)- bir ‘Türkiye Sanat Kurumu’ öneriliyordu. Var olan bu çalışmalardan yararlanmak yerine, Mutabakat Metni’nde sağdan soldan gelen parça bölük önerilerle yetinilmesi üzücü. Belli ki, çeşitli sektörlerden gelen öneriler art arda sıralanmış. Ulusal Sinema Enstitüsü, Kültürel Mirası Koruma Enstitüsü gibi kurumlaşmalardan söz ediliyor ama bu öneriler bütünsel bir çerçeveden ve özerk işleyişlerine ilişkin bir güvenceden yoksun. Umarım bu eksiklik giderilerek bu tarihi fırsat kaçırılmaz ve Cumhuriyetimizi demokrasi ile taçlandırmayı hedefleyen bir iktidar sanat dünyamıza hak ettiği özgürlük ve özerkliği kazandırır.