Hegel için sanattan çok sanat felsefesi önemlidir; zira sanatın hakikatini de felsefe ortaya koyar. Hegel, sanat “nesne”sini artık önemsemez. Bu tam da Duchamp’ın sanat pratiğinde yaptığı şeydi. Duchamp’ın başlattığı süreç farklı yönlere gitti; ama başlangıçta Duchamp tamamen “Hegelci” bir konumdaydı. Fakat arada şöyle bir fark var: Hegel, anlamlı bir uğraş olarak sanatı tarihsel zamanda geriye atarken, Duchamp gelecekteki sanatın ne olması gerektiği üzerine düşünüyordu.

Sanatın felsefe ile buluşması

Bülent Hoca

Sanattan siyasete, medyadan okula kadar kavramsal ve teorik tartışmaların azaldığı hatta neredeyse dışlandığı bir dönemdeyiz. Oysa kavramlarla düşünürüz ve kavramlarımız ne kadar iyiyse o kadar iyi düşünürüz. Bu düşünsel sığlık ortamında, İstanbul Okan Üniversitesi öğretim üyesi Dr. Nusret Polat’ın Belge Yayınları’ndan çıkan Güzel ve Yüce: Pisagor’dan Hegel’e Estetik Kültürü kitabı, yaşamımıza derinlemesine nüfuz etmiş sanat alanını kavramsal olarak ve kültürün diğer alanlarıyla ilişki içinde düşünmemize yardım ediyor. Bunun için geniş bir tarihsel tarama yapıyor ve çok değerli bir kavramsal malzeme sunuyor. Üstelik bunu yazar bildiği için sanattan örneklerle destekleyebiliyor.

► Nusret istersen şu soruyla başlayalım: Estetik bir felsefe dalı olarak bilinmekle birlikte sen kitabının başlığında estetik kültürü kavramına yer vermişsin. Bunun nedeni nedir?
Aslında bu benim genel olarak felsefeyi ele alma tarzımla ilişkili. Felsefi meseleleri, en soyut olanları bile somut hayatın bir etkisi olarak görmek lazım. Estetik felsefi bir fenomen olmakla birlikte, kitabımda estetiğin sanatla ilişkisine üstü kapalı ama özel bir vurgu yapıyorum. Elbette farklı dönemlerin ve kültürlerin farklı estetik anlayışları olduğunu da unutmamak lazım.

► Bence bu yaklaşımın kitabı okumayı da kolaylaştırıyor. Sen okur olarak kimlere hitap etmek istedin?
Bu soruyu iyi ki sordun. Yazılarımda ya da konuşmalarımda daima genel bir kamuya, yani aslında herkese hitap ettiğimi düşünürüm - her ne kadar sanat alanı “herkes”ten değil, daha çok “elit” bir kesimden oluşsa da. Zaten bir kitap genel kamuya ulaşmak için yazılır. Kitap dilini zorlaştıran biri “herkes”ten uzaklaşmak istiyordur. Bu kitap felsefi bir sanat kavramını anlamak adına biraz çaba gösteren genel bir kamu için yazılmıştır. Nihai noktada, kendi açımdan ülkedeki demokrasi kültürüne bilgim dâhilinde yaptığım naçizane bir katkıdır.

► Kitabın zengin içeriğinden hareketle konuşacak çok şey var elbette. Genel bir gözlemimle başlayalım istersen: Kitapta Hegel’in düşündüğü gibi kavramların sürekli açıldığını, geliştiğini ve ayrıştığını görüyoruz adeta. Özellikle güzel, yüce, yararlı, iyi ve doğru kavramları tarih içinde sürekli gelişmiş ve ayrışmış gibi duruyor. Ne dersin?
Hegel’in estetik ve sanat felsefesi bağlamında önemi şuradan geliyor: Sanat Hegel’e göre bir düşünme biçimidir. Nasıl ki filozof kavramlarla düşünüyor, Hegel’e göre de sanatçı imge aracılığıyla Kavram’ı görünür kılar. Hegel’de Kavram kendisini tarihsel dolayımla zaman içinde diyalektik tarzda açar. Kavram’ın sanat momentinde, din ve felsefeye nazaran anlamın ifadesi eksik olsa da, bir resim ya da bir heykel, Hegel’e göre, sanatçının yaşadığı zamanın ve toplumun nasıl bir düşünce yapısına sahip olduğunu en somut şekilde ortaya koyar. Senin saydığın estetik kategorileri her ne kadar felsefi estetik tarafından tüm zamanlarda benzer kavramlarla genelleştirilmeye çalışılsa da, Hegel okuyunca bu kavramlara tarihsel zamanın damgasını vurduğunu anlarız. Hegel’in büyük önemi -ki Marx bunu en iyi anlayan düşünür olmuştur- onun, idealist bir yapıda olsa da, somut hayatın soyut düşünce üzerindeki gücünü sağlam bir tarzda göstermesinden ileri gelir. Mesela, modern felsefi estetiğin sınırlarını neredeyse tek başına çizmiş olan Kant gibi büyük bir filozofta sanat pratiği neredeyse hiç önemsenmezken, Hegel sanatçı adları da sayarak estetik derslerini yapmıştır. Bu tavır, Hegel’in somut deneyime verdiği değerin bir göstergesidir.

► Kant’a dönmek istiyorum. Kuşkusuz geniş bir kavramsal çerçeve çizmiş olmakla birlikte Kant’ın özgürlükle sanat arasında kurduğu ilişki bana kritik göründü.
Kant için özgürlük insanın kendini bir özne olarak görmeye başladığı, yani kendi aklını kendisi için otorite olarak kurduğu anda başlar. Batı dillerinde bu Latince “emancipation” terimiyle ifade edilir ve bu kavram ilk halinde anne-babanın otoritesinden kurtularak kendi ayakları üzerinde duran yetişkini tarif eder. Yani birey ancak otoriteden bağımsız düşünebiliyorsa, düşüncesini kendi aklı aracılığıyla kurabiliyorsa özgürdür. Kant için sanat, her ne kadar pratik bir faaliyetten çok teorik bir düşünce nesnesi olarak ele alınmış olsa da, bu özgürlük kavramı ile derinden ilişkilidir. Biz Kant’ta, Spinoza ya da Descartes’ta göremeyeceğimiz bir estetik öznenin varlığına tanıklık ederiz. Kant, estetik teorisi ile aklın kavramsal yönünü önemseyen bir özne kavramını genişletmiş, aklın hayalgücü ve duygularla olan ilişkisinin öznenin özgürleşmesi için ne kadar önemli olduğunu ortaya koymuştur. Mesela Hegel, sanattan anlamayan kişiye artık çağımızda kültürlü biri gözüyle bakmıyoruz dediğinde, Kant’ı takip ederek, aslında sadece bilgi öznesi olmanın aydınlanmış-medeni bir insan olmak için yetmediğini, aynı zamanda hayalgücü ve duyguları da terbiye etmek gerektiğini söylemek istiyordu – ki bu aynı zamanda sanatın alanına dahil olmak demektir. Aslında tüm 18. yüzyıl Aydınlanma Çağı hayalgücünün ve duyguların terbiye edilmesi üzerine korkunç bir literatür oluşturmuştur. Fakat bizde, Türkiye’de, bu tavır biraz göz ardı edilmiş, Aydınlanma daha çok bilişsel bir süreç olarak ele alınmıştır.

► Sanırım Hegel’in özgürleşmeyi bir öz-bilinç kazanma süreci olarak gördüğünü söyleyebiliriz. Bu bağlamda Hegel felsefe ve bilimi sanatın bir üst aşaması gibi görüyor. Sen de bu noktada Duchamp ve 20. yüzyıl sanatının eserden çok düşünsel üretimi öne çıkarma yaklaşımı ile Hegel’in yaklaşımı arasında bence çok ilginç bir paralellik kuruyor ve şöyle diyorsun: “Eğer Hegel, Duchamp ve kavramsal sanatla tanışık olsaydı sanatın felsefeye dönüştüğünün farklı bir tarzda da olsa onaylandığını söyleyebilirdi”.
Hegel’e göre sanat, günümüzde, Hegel’in zamanında yani, artık hakikati ifade edemez. Sanat eserinin hakikati ifade etme gücü geçmişte kalmıştır; o yüzden Hegel kendi zamanın sanatıyla hiç ilgilenmemiş, geçmişin sanatını önemsemiştir. Hegel için sanattan çok sanat felsefesi önemlidir; zira sanatın hakikatini de felsefe ortaya koyar. Hegel, sanat “nesne”sini artık önemsemez. Bu tam da Duchamp’ın sanat pratiğinde yaptığı şeydi. Duchamp, nesne olarak sanat üretimini o kadar küçümsedi ki, bir bisiklet tekerleğini bir sanat eserine dönüştürebildi. Duchamp’ın başlattığı süreç elbette farklı yönlere gitti; ama başlangıçta Duchamp tamamen “Hegelci” bir konumdaydı. Nesne fetişizmine son vermek istiyor, sanatın salt retinal veya estetik olması yerine felsefi, politik veya etik bir söylemsel/kavramsal ifadeye dönüşmesi gerektiğini savunuyordu. Fakat arada şöyle bir fark var: Hegel, anlamlı bir uğraş olarak sanatı tarihsel zamanda geriye atarken, Duchamp gelecekteki sanatın ne olması gerektiği üzerine düşünüyordu.