Başbakanın, sanatçılara yönelik görüşleri ve bu yolda, ağzından saçılan inciler, sanatçıları da döktü alana, bu incileri toplamak adına(!) İstanbul Şehir Tiyatroları’nda yapılan yönetmelik değişikliği, yönetimin belediye bürokratlarına geçmesi ve Devlet Tiyatroları’nın özelleştirilmesi yaklaşımlarına tepkileri içeren Sanat Maratonu, Şehir Tiyatroları Derneği ve çeşitli kurum ve kuruluşların destekleriyle yapılan etkinliklerle(tiyatro, dans, müzik, şiir dinletileri, söyleşiler, kısa film gösterileri) sürdü 16-22 Haziran arası…

Sanatçıların nöbetleşerek, her bir günün kesintisiz 24 saat sürmesiyle birbirine bağlanan “yedi gün”, bir de ilki yaşattı bu bağlamda. Sevgili Aslı Öngören benim de yer almamı nasıl istedi… Tarihlerdeki uyuşmazlık nedeniyle katılamamam da nasıl üzüntü vericiydi...Ama kişisel katkımı buradan; anlatarak, anımsatarak ve vurgulayarak sunmak hiç değilse bağışlatır beni… “Sen de beni bağışla, bir görüş sunacağım“ diyor sanatçı bir dost; bir zamanların sokak tiyatrocusu. “Söyle” diyorum. “Özgürlük Parkı’nda Açıkhava Tiyatrosu dururken, o parkın içinde bir köşeye kuruluveren salaş bir sahne üzerinde sanatçıların yer alması etkinliğin değerini düşürmeyecekse de, bence böyle olmamalıydı. Adını da sevemedim pek; sanatın maratonu ne demek?”  “Sen ne demek istiyorsun bunlarla?” “Toparlayayım. Devlet Tiyatroları adına düşünülenleri, Şehir Tiyatroları’ndaki yönetmelik ve bürokrasi çarkını birebir eleştirmeli, ona göre düzenlenmeliydi her şey. Yoksa kültürel-sanatsal etkinlikler bir hafta gece gündüz sürsün ne güzel, ama dedim ya protestoysa başka türlü ele alınmalıydı… Bir de nedir Guinness gözlemcileri dolaşıyormuş ortalıkta… Hani konular ve amaçlar sanki karışmış birbirine…” “Yani anladığım; protestonun içeriğine göre müzikler, şiirler, kısa oyunlar üretilmeliydi?” “Aynen öyle olmalıydı”. “O da başka yöntem canım…” “Yeri de orası değildi!” “Neresiydi?” “Kuskusuz TBMM alanı, çevresi, oralarıydı…” “Sen uçtun ama…” “Ha, sahne salon şu bu diyeceksin… Off, kurarsın çadırını, arşınlarsın çevre sokakları…” “Sokak tiyatrosu özlemin bitmemiş senin…” “Dinlemiyorsun ki beni…” “Oralarda nasıl öyle özgürce istediğini yapabilirsin yahu; TBMM, izin mizin?”  “Haa, bak geldin işin can alıcı noktasına…” “Sözünü keseceğim kusura bakma ama…” diyorum.  “Önemli bir şey söyle bari” diyor. “Anarşistsin sen,” diyorum. Gülümsüyor… “Bir de benim vardı böyle bir olayım” diyorum, “TİYAP yönetim kurulundayken… Bir toplantıda gene öneriler, şunlar bunlar… ‘Yok olmaz!’ dedim. ‘Ne yapmalıyız?” dediler. ‘Gidip kendimizi Kültür Bakanlığına kelepçelemeliyiz’… Ve bana ne demişlerdi biliyor musun?..”  O da benim sözümü kesiyor: “Dur, tahmin edeyim…” diyor. “Et…” diyorum.  “Anarşist seniii…”