Sanatların kardeşliği

AHMET TELLİ

“Musiki, her şeyden önce musiki”
Paul Verlaine

1994’te şiirlerimden bir kaset yapmayı kabul ettiğimde, akla gelen ilk soru, fonda kullanılacak müzik ne olmalı idi. Çünkü sahnede okunacak yahut stüdyoda seslendirilecek şiirlere müziğin eşlik etmesi yerleşik bir alışkanlık olmuştu. Böylece şiirin etki gücü pekişmiş, dinleyicinin belleğinde bir yer edinmiş olacaktı. Bu arada “şiirin bir müzikalitesi vardır” gibi genel-geçer sözlerin kıymeti kalmıyordu. Şiirlerin seslendirilmesinin doğru olup olmadığı da epeydir tartışılıp duruyordu. Bu konuda hâlâ sürüp durur bu tartışmalar.

Sivas’ta 93’te yitirdiğimiz şairlerden Behçet Aysan ile Metin Altıok’un şiir okuyuşları zihnimde çınlayıp duruyordu o günlerde. Özlüyordum onları. Hem kendilerini hem şiir okuyuşlarını. Yapımcı arkadaş, “Bu dünyaya kazık çakacak değilsin, belki seni de özleyenler olur, onlara bugünden bir karşılık ver de, gel gir şu stüdyoya” demeseydi belki de hiç gerçekleşmeyecekti bu şiir kaseti.

Her neyse. Kasete giriştik. Müzik seçiminde çok zorlanmıştık. Benim zihnimde yurtdışında dinlediğim bir müzik vardı ama, kime ait olduğunu hatırlamıyordum. Sonunda edindik CD’yi. Giora Fiedman’ın klarnetiydi bu. Onu dinlerken zihnimde canlanan pastoral görünüm beni içine çekiyordu. Sanki gözalabildiğine uzanan karla kaplı bir ovada tek bir ağaç vardı. Sonra bir kırlangıç. Ağaca konacakmış gibi yaklaşıp birdenbire uzaklaşıyor. Kırlangıcın doğayla, ağaçla konuşmasıydı bu. Ben öyle hissediyordum müziği dinlerken, başkaları ne düşünmüşlerdir, bilemem. Klarnet sol mu, si bemol mü, onu da bilmiyordum. Yıllar sonra Ercüment Cengiz’in Gırnatacı romanını okurken anladım ki, Fiedman’ın Klazmer’i si idi. Bu topraklarda çingenelerin gırnatası, makamsal müzikteki klarnet sol’du. Si klarnet Batı müziğine ve caza daha bir uyum sağlıyor.

Kasete okuduğum şiirlerin fon müziği olarak klarneti sezgisel olarak keşfetmiştim. Romancı Ercüment Cengiz bu enstrümanın bütün inceliklerini biliyordu. Anadolu coğrafyasında ve Batı toplumlarındaki müziksel işlevini bilerek kurmuştu romanını. Amerika’nın keşfinin 400. Yılı nedeniyle düzenlenen törenlere katılmak üzere Amerika’ya iteleniveren Sol gırnatacı, yıllar sonra bir caz grubunda yer almış olarak görünür. Hikâye örgüsü bu enstrümanla ete kemiğe bürünür sanki. Romanı okurken daha önce dinlediğimiz klarnet sololarını hatırlarız. Gırnatacı’nın suikast sonucu kanlar içinde kaldığı sahnede zihninizdeki klarnet de ezgiyi tamamlamadan susakalmıştır. Kekre bir tad hissedersiniz damağınızda, yürek burkuntusu da denebilir.

Müzik insanlarının yaşamını yahut onların bir eserini konu edinen birçok roman vardır. Bunlardan bir kısmı filme de alınmıştır. Mozart’ı, Brahms’ı, Çaykoski’yi ve daha nicelerini belki en çok bu filmlerle içselleştirmişizdir. Müzik, hatırlatıcı olduğu kadar kendimizi tanımaya da yolaçıyor galiba. Şiir kaseti yapmaya karar verdiğim anda farkına varmamış olabilirim ama, bu kasetin hâlâ aranıyor, soruluyor olması hatırlama, hâfıza yenileme gibi bir yararı olduğunu düşündürüyor bana.

Belki şöyle söylenmeli: Sanatların birbirleriyle kurduğu dili; o ritmi, o ahengi ve kardeşliği, insanlar arasında da gerçekleştirmek gerekiyor.